YAZININ KOKUSU
Yazının kokusu var. Kimileri daha ilk bakışta harflerin biçiminden, başlığından, ilk dize ya da ilk cümleden kokusunu duyumsatır. Bazıları ise bir iki kez okunduktan sonra azar azar, derin derin içeriğini ele verir. Kokular türlü türlüdür. Çiçek, baharat, toprak, ot, ağaç, yosun, hava, su. Yaşamda olan her şeyin rengi, kokusu siner yazıya.
Yazının kokusu var. Kimileri daha ilk bakışta harflerin biçiminden, başlığından, ilk dize ya da ilk cümleden kokusunu duyumsatır. Bazıları ise bir iki kez okunduktan sonra azar azar, derin derin içeriğini ele verir. Kokular türlü türlüdür. Çiçek, baharat, toprak, ot, ağaç, yosun, hava, su. Yaşamda olan her şeyin rengi, kokusu siner yazıya.
Okuyucular bu kokuları yazıların yayınlandığı dergilere, gazetelere göre; yani yazının sergilendiği yere göre farklı algılar. Bana göre somut bir dergi sayfasındaki şiirin kokusu, dokusu, rengi; e-dergiyle aynı değildir. Anlam aynılaşması olabilir, ama gerçeklik ve elle tutulurluk adına; tensel ve tinsel doyumu vermez.
Sayfaların açıldıkça çıkardığı hışırtılı ses, mürekkep artıkları veya silik harfler, derginin avuçlarımızdaki boyutu, altını çizdiğimiz metinler, bir kalem ucuyla işaretlediğimiz dizeler, kitaplığımızda unuttuğumuz ve bir anda açılan sayfasından resmini gördüğümüz bir yazarın, şairin anımsanması, sevdiğimiz bir yazının arkadaşlarımıza okunmak üzere saklanması, sahafları dolaşırken karşımıza çıkan geçmiş dönemlerimizin şiir, roman, öykü özel sayıları… Şu anda aklıma gelmeyen daha nice nedenlerden dolayı, gerçek dergileri sanal dergilere yeğlerim. Her ay posta kutuma gönderilenler kadar, büyük kitapçılara uğrayarak yeni çıkanları; ya da abonesi olmadığım dergileri incelemek, kitapçı sıralarında ayakta göz atmak, bir satırla, başlıkla, dizeyle bir dergiyi satın almak; benim için renkli bir dünyada dolaşmaktır. Dergilere erişebilmek bile beyin ve beden olarak emek ister. Sayfa aralarındaki fotoğraflar, desenler, karikatürler de sanatların birliği, dirliği adına görsel çeşnidir. Kısacası ayda beş-altı dergiyi okumamışsam, o ayı kuru ve yoksul geçirdiğimi düşünürüm. Kırk yıldır yazının, edebiyatın içinde olan birisi için; dergileri izlemek, taze kan almak gibi bir şey. Kimler yazmış, nasıl yazmış?…
Son yıllarda artan internet dergiciliğinin olumlu yanları yok mu? Var.
Bir tuşla açılan yazılar, aradığımız konuların kolaylıkla ulaşılabilirliği, dergiler yurdun, dünyanın dört yanında bulunmazken; e-dergilerin internetin olduğu her yerde yayınlanması, ürünlerin daha geniş kitleler tarafından okunması; elbette yazarlar için çok önemli bir olanak. Ancak çok çabuk ulaşılabilen ve yayılabilen bu ürünlerin aynı hızla yok olduğu, günlük yaşamımızda çoğunlukla iz bırakmadan silindiği de bir gerçek.
Bir tuşla açılan yazılar, aradığımız konuların kolaylıkla ulaşılabilirliği, dergiler yurdun, dünyanın dört yanında bulunmazken; e-dergilerin internetin olduğu her yerde yayınlanması, ürünlerin daha geniş kitleler tarafından okunması; elbette yazarlar için çok önemli bir olanak. Ancak çok çabuk ulaşılabilen ve yayılabilen bu ürünlerin aynı hızla yok olduğu, günlük yaşamımızda çoğunlukla iz bırakmadan silindiği de bir gerçek.
İnternet ortamında yazmanın başka bir sakıncası da; ürünlerin geniş ve değişken okur kitlesi tarafından yozlaştırılması, imza şaşırtmaları, alıntı ve çalıntılar…Denetimi ve telif durumları oldukça karmaşık olan bu geniş ortamın, izlenmesi bile fazla zaman alıyor, kimi yerde hepsini izleme olanağı bulunamıyor. Birçok nedenden dolayı; e-dergiler ya da internet edebiyatını rüyaya, hayal görmeye benzetirim. Başka bir deyişle su üstüne yazı yazmak!...
Birçok konuda olduğu gibi; yayın dünyası da internete taşınmış durumda. Sözün, kâğıt-kalem kokusunun yerini komutlar vererek bizi yönlendiren, sayfaları bile kendisi açan kutucuklar aldı. Bu işleri iyi bilen ve kullananlar; internette ünlenerek, tozu dumana katıyorlar. Artık “ yazım-şiirim yayınlanacak mı, ne zaman yanıt gelir, yayın yönetmeni beğendi mi” gibi kaygılar, bekleyişler, zorluklar yok. Eleştirmen de, yayıncı da, yazan da aynı kişi, aynı şey. Hem de son hızla… Çabuk ünlenmek isteyenler, köşe dönmeye çalışanlar için önemli bir buluş. Tek başına bu söylediğim neden bile edebiyatın naylonlaşması, sanal ve çoğunlukla da niteliksiz okurun yaratılması adına önemli.
Gerek dünyada, gerekse ülkemizde internet yayıncılığını ciddiye alan, nitelikten ödün vermeyen yayınlar elbette var, ama azınlıkta. Çoğu eğlence amaçlı zaman değirmenleri. Ancak internetin yaşamlarımıza hızla girdiğini, yönlendirdiğini ve çok yakında da tüm dünyamızı ele geçireceğini söylemek yanlış olmaz. Sanal dünyanın dayatması kaçınılmaz. Belki ileriki dönemlerde denetimler getirilip, yasalar hazırlanacak…Ancak bugünkü görüntüsü karışık ve düzensiz. Bu durum yazıların özeni, özgünlüğü adına kuşku yaratıyor.
İnternet dergiciliği öldürür mü, ya da dergiler üzerindeki etkisi?...
Elektronik dergiciliğe, internet yazılarına sıcak bakmadığımı söylerken; karalamacı bir bakışla; tutucu alışkanlığı savunmuyorum. Yaşamın başka alanlarında çok yararlı olan internetin; sanat çalışmaları için kalıcı olamayacağını, tüketim ekonomilerinin her şeye uyguladıkları ‘kullan-at!’ ürünlerinden birinin de edebiyat olmaması gerektiğini düşünüyorum. Kolay yoldan ve emek harcamadan erişim ve bilişim olanakları sağladığı için; özellikle son yıllarda insanlar interneti yeğliyorlar. Kültürel gelişimini tamamlayamamış, kitaba-kâğıda alışık olmayan toplumlarda; bir tıklamayla elinin altında bulacağı her şey çok çekici geliyor. Ayrıca bu bilgiler için hareket etmiyor, para harcamıyor. Bin bir emekle yazılmış bir dizeyi, bir şiiri; tıklamalarla, değiştirmelerle paçavraya çevirebiliyor. Bunca pratik bir araç varken insanlar dergi alır mı? Kitapçıya gider mi? Yazarın-şairin adını ürünlerini tanır, düşünür, araştırır mı?...Sunulanın bolluğu ve ucuzluğu bir yandan tembelliği geliştirirken; bir yandan da edebiyata, yayıncılığa, yazara ve yazılana dair çok şeyi öldürüyor.