Dün tanrı
sandıklarımızla kül rengi oyunlar oynadık,
Yansıtıcı
yüzeylerle kaplı binalara tırmandık, çatılarda ip atladık,
Yüksek
yapıların geniş teraslarından seyredilebilecek bitimsiz düzlükler aradık,
Adamın biri
kendini günahkâr sayıyordu, onu alaya aldık,
Deri oturma
gruplarından İran halılarına yuvarlandık,
Bir adın ilk
beş harfini buğulu bir aynaya yazdık,
İnsanı yeni
baştan yarattık, yaratık başlarda huysuzdu,
Uzun sesli
dillerimizle ona ağırbaşlılık kattık;
Kadını ve
erkeği vardı, yağmuru ve güneşi
Islağı ve
nemlisi vardı, biz binaya tırmanmadan su oraya konmuştu
Göğe kocaman
bir delik oyulmuştu ve bir suret orada yalnızdı
Onun
yalnızlığını aldık bir adın son iki harfine kattık;
Çocuğu ve
yaşlısı vardı, durgunluğu ve rüzgârı
Bulanıklığı
ve netliği vardı, toplandık etrafına
tırmandığımız
yansıtıcı yüzeylerle kaplı binaların
geniş
teraslarında iki ayakları üzerinde durabilen canlılar
üreten oyuklara
taptık, Biz birkaç şen şapşal
kablolar
orada hazırdı, elektronik devreler, ledler
ve henüz
düzenlenmemiş sesler,
tavanlarda
çok derin olmayan tatminsiz çatlaklar açtık,
içlerine
önce masum, diri bedenler
içlerine
sonra ödlek, pısırık, düzenbaz
içlerine
şimdi şimdi olmasını istemediğimiz düzensizlikler;
kablolar
vardı ve devreler; bebek ağlamaları, anorak kazaklar eksikti
yardık
kafataslarımızı onları oradan oraya kattık;
Tanrı
sandıklarımızın oyduğu kül rengi odalara kapandık,
Saten
boyaların arasında rengârenk tuşlara bastık,
17” ledlerin
ışığında kadın bedenlerini,
sanatçı
isimlerini ve halk kahramanlarını kafalarımıza kazıdık,
Odalarda
adamları sallamadan durabiliyorduk, uzun süreler öyle kaldık,
Yer
minderleri, plastik sandalyeler, her birinin içinde sigaralar söndürülmüş su
bardakları
girdiğimiz
bütün boşluklarda bu cümbüşün aynından vardı,
Bir ses
çağırdığında bir adı daha yarısında biz diye baktık,
Kendimizi
baştan aşağı yanıp sönen ışıklardan yapılma yeni insanlardan saydık,
Böyle dedik
odalarımıza huzur kattık,
arındık.