''Ey
şair öl, değerini bilelim'' ŞİİR DALI E-DERGİ
I
Adın tedirgin eder
beni
Tanrı adına dökülsen
de meydanlara
Ufuk gözlerinden bir
irin gibi akar
Asfalt ayaklarının
altında parçalanır
Çığlık çığlığa geçer
rahminden ambulanslar
Doğurduğun ölü
bedenler kıyılarımıza vurur
Ah, bulunduğun yerde
zaman açık bir kefendir/
Senin bu ölümlerini
sevmiyorum
Tarih kokusunu
yitirmiş
Deniz utanır bu
beton duvarından
Son vasiyetini yazar
gibi
Çocukların
yüzlerinden kanatlanır güneş
Varlığın taşların
bedenlerine işlenir
Sen neredeysen
yeryüzü orada asılıdır gökyüzüne ve
Şiddet derisini
yüzüyor paylaştırarak tüccarlarına/
Senin bu ölümlerini
sevmiyorum
II
Ah şiirin üstüne
biriken zamanın tozu
Boş bir odada sürgün
Nazım‘ın yazdığı
kalemden damlıyorsun
Hiroşimalı bir kız çocuğun
gözlerinden
Kadim masanın
üstündeki şaraptan içerek düşlüyorum
Karşımda ufkun
duvarı
Beni kucağına almaya
hazır karanlığın
Boşluğunun bıçakları
arasında çırpınırken güvercinler,
Televizyonlarda
senin için okunan haberler değişmiyor
Asla! Toprağın kurak
karnı yarılıyor her gün
Değişmiyor
televizyonlarda okunan gerçeğin ayetleri
Tanrının surları
içinde gizlenir sırlarının fotoğrafı/
Senin bu ölümlerini
sevmiyorum
III
Akrep zehrini ufkun
bedenine akıtıyor
Tanık oldukça
havada, suda, çayırda
Denizin koynunda
yeni doğmuş bir bebek gibi
Martıların
çığlıklarına;
Korku, yolda yürüyen
bir yolcu
Korku, parçalanmış
bedenleri diken terzi
Korku, aynasında su
olmayan
Meleklerin ve
kâhinlerin kitaptan taşıdığı
İpekten surelerle
süsler seni,
“Korkunun dili sözlüğün
ellerinde ürperir”
Ey sevgilim kayan
her yıldız için kollarını aç
Sonsuzluğun
sofrasında özgürlüğün başı düştükçe/
Senin bu ölümlerini
sevmiyorum
IV
Tarihin ırmağında
sürüklenen melekler söyledi:
“Orada bozgunculuk
yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?”
“Her şeyin adını
öğrettim” şaşmayacak pusula-dedin,
Şaştı!
Yolundan saptı
barbarlığın giysilerini giyinmiş ateşin dili
Gecenin ormanında
avlanan
Şuaraları bile
özendirecek bu sözlüğün yangını
Ey sevgilim,
Ufkun kapılarını
demirin diliyle sürgüle/
Senin bu ölümlerini
sevmiyorum
V
V
Hangi tanrı büyük. Hangi müslümanın kanı. Katranın cevherine akan.
Meçhul haritanın damarları. Sokaklar. Lambaların sıcak yüzü. Kelebek.
Azap. Asfaltın altında Firavun’un izleri. “Şüphe yok ki Rabbimiz. Dilim
açılmıyor. Şiir ve şuaranın adıyla. Ölü hicret. Asfaltın kültürü. Sümer.
Babil. Başka Tanrı çağırma bu iklime bir tane yeter. Azap. Fare kapanı
Eflatun ve Herakles mevsimi. Karanlığın ve aydınlığın bilimi aynı giysiler
içinde. Gökyüzünün ekininde: “Biz hiçbir şehir halkını onlara öğüt vermek
üzere peygamber göndermedikçe yok etmedik”. Hezeyan. Azgın. Kan
kırmızı dalgalardan anadan üryan çıkar tüccarların. Bahçenden çıkan
Firavun mu? Düşler. Görür. Okur. Yazar. Gerçeğin suretlerini
Amerikan tozuyla uçuşan. “Şüphe yok ki,”/
Senin bu ölümlerini sevmiyorum
VI
Bu özlemin, bu
taklidin nereden geliyor-söylemeyeceğim
Ey tarihin kanlı
başı. Karanlığında eridi kadınlar.
Örümcekler örse de
kayalıkların ağzını-gereklidir korku için
Başlangıcın tarihi-
Şiirin çocuk zamanı ellerimde
uyanır
Yolunda yürüyorum
ayaklarımın altında hurafelerin vahşeti
Lanetlensem de
yoktur başka yolum/
Senin bu ölümlerini
sevmiyorum!