Elgiz Pamir'in Mektupa dair notu:
HİÇ YAZILMAMIŞ
BİR MEKTUBUN HEP ANIMSANACAK PİŞMANLIĞIYLA…
50. Yıl Tahran Lisesi’nde
felsefe öğretmeniydim o yıllarda… Söyleşmekten büyük tat aldığım aynı okuldaki
edebiyat öğretmeni şair Mehmet Başaran’la ders aralarında öğretmenler odasında konuşurduk…
Ders vermekte olduğumuz bir sınıftan söz ettiğimiz bir gün, ilgisi ve zekâsıyla
dikkatimizi çeken Dicle Bakır’dan söz açıldığında Mehmet Başaran, “Biliyor
musunuz? Dicle, Cemal Süreya’nın yeğenidir” demişti. Nâzım’ın etkisiyle şiirler
yazmakta olduğum o yıllarda görüşünü almak istediğim bir yol göstericiye
gerekseme duyuyordum. Bir gün ders çıkışı beni öğretmenler odasında bulmasını
istemiştim Dicle’den. “Şiirlerimi, öğretmeni olduğumu söylemeksizin (örneğin
arkadaşı olduğumu söyleyebilirdi) dayısına göstererek, görüşünü almasını ve
bana bildirmesini söylemiştim. Bir süre sonra okula ilişikteki mektup geldi.
Cumhuriyet gazetesinin gizlenerek okunduğu, karşıt görüşlü öğrenciler arasında
silâhların patlatıldığı, sol görüşlü öğretmenler üzerinde baskının alabildiğine
şiddetlendiği bir dönemdi. Buna tek başıma ilgilenmek zorunda olduğum evdeki
iki yaşlı insanın (annem ve babam) sorumluluğu da eklendiğinde ne büyük bir
baskı altında olduğum düşünülebilinir.
Cemal Süreya’nın istediği
aboneliğimi sağlamış, ama benden yazmamı
istediği mektubu yazamamıştım. Yazamadığım o mektubun pişmanlığını yıllarca
sakladım içimde… Ne ki yıllar sonra bir rastlantı sonucu karşılaştığımız
Erenköy Divan’da kendimi tanıtacak, O’nunla dostluğum da böylece başlayacaktı…