Bir şey uğulduyor ama ne- Ölüm konuşuluyor meşelerde- bir şiirimde böyle bakmıştım direnen bir halkın uğultusuna. Çocuklar ekmeklere sımsıkı sarılmış bekliyordu. Ortalık duman. Şiir görünen nesneye göründüğü gibi olmadığını hatırlatmak için kullanılan evrensel bir dil işçiliğidir. Görünen nesne içinde yaşadığımız dünyanın algısal düzlemini imler. İnsanın dünya veya yaşadığı çağ ile ilişkilendirildiği bir düzenek vardır. Bu düzenek ikiye ayrılır. Doğum ve ölüm. Her ikisinde de düşüncenin ortasına kazık gibi çakılmış bir bilmeyiş var. Neden zamanın içindeyiz? Ve neden içinde olduğumuz zaman bizi bir yerden sonra savurup saf dışı bırakır. Bunca düşüncenin tek bir bilinç üstündeki konumlanışı zamanın başlı başına soru işareti olduğunu göstermez mi? ..Şair sorar… Çünkü buz kalıbı ya da ateş topları gibi bütün bir canlı bilincinin yansıması olan doğada kendisine bir neden arar…Bulduğu anda bir doğası olur…Ölüm şiirin ta kendisidir. Çünkü her şiir yazıldıktan sonra ölür. Ve hafızada yaşar…Tıpkı sevdiklerimiz gibi. İnsan kendi varlığını toplumun değer yargılarına göre dengeleme çabasına giriştiği an sorgulamaya başlar. Her şey iç içe ve birbirini dengelemek için hız alır veya yavaşlar. Bu aslında bir yerde savaşı –yenme, üstünlük kurma, yok etme- oluşunu da içinde barındırır. Doğanın bir bilinci vardır. Bu bilinci her yere sıçratır. Doğa bizi ne kadar dengeliyorsa biz de ona karşı tırnak içinde bir gayret halindeyiz. Ölüm hiçliğe karşı direnir. Çünkü hiç, hiçtir, olmamıştır…Şiir ölüm gibi bir yaranın üstüne atılmış soylu bir kabuktur. İnsan bu kabuğu önce beyninde büyütür. Hepimiz avucumuzda bir dokunuşun sırrını taşırız. Aynı zamanda her insan beyninde bir ölümün şiirini taşır. Çünkü biz sevdiklerimizin ölümlerini bedenimizde eritmeye çalışırken bir şekilde ölümün şiirini tadarız. Ölümü bilincimizin arka odalarında şiirleştirmişizdir. Bu nedenle dünya tek bir gerçek üzerine kurulmuş olduğu hissiyatını insan üzerinde ürkütücü biçimde yansıttığı anda zamanın merhametine sığınırız. Buradan yola çıkarsak renk tek başına hiçbir işe yaramaz. Ona bir kompleks düşüncesi eklemlensin diye mutlaka bir figür gerek. Meselâ mavinin yanına uçak, gemi, araba, ev, pervaz, çocuk, bisiklet, balkon, su, sepet, ekmek, elbise, tren, kuş vs şeyler koyarsanız bu insanın bir hafızası olduğunu gösterir. Hafıza şiirin kanayan durağıdır. Renk üzerinde çalışılırsa ona bir eylem katmış olursunuz ve bunun için şiir ciddi bir yaşama biçimidir. Şiir başlıca renk olamaz. Şiir başlıca hiçbir şey olamaz. Kendinde olandır şiir. Kendisi olan…Kötü şiir bu yüzden fazladır.Çünkü kendinde olmak zor iştir…Bir insanı sevmenin ne güzeldir alışkanlığı. Buradaki alışkanlığın her türlü insani boyutu iyi bir şiirde nirvanaya ulaşır. Şiir yüksek bir iletişim sevgisidir. Bu sevgi çalışarak elde edilir. Çalışacaksınız. Çalışmak zorundayız. Renk, ses, koku vb şeyler, en saf haliyle bile bir çalışmanın ürünü olarak karşımıza çıktığı takdirde coşkuludur.Çalışmaktan kastım; hareket, yoğunlaşma… Elma tek başına hiçbir şey değildir. Ondaki değer renk ve ardındaki elmalardır. Elmadaki coşku bizim o türün doğasına kattığımız yoğunlukla ilintilidir. Bunları nitelikli okur bilir aslında. Benim söylememe gerek yok…Öte yandan kürek tek başına bir işe yaramaz…Işık olmasa hiçbir şey göremeyiz ve kürek de değerini yitirir. Işığın ne renk olduğu, insanın nasıl bir kişiliği olduğunun göstergesidir. Şiir bunların üstünde ve kendinde olandır…Kendisidir. Örnekleri uzatabiliriz… Şiirde de sadece yazmak meseleyi çözmüyor. Çalışmak zorundayız…Çalışın.