Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

DİLEK DEĞERLİ İLE ''YORGUN RUHLAR KOROSU'' ŞİİR KİTABIYLA İLGİLİ SÖYLEŞİ


''Acının yoklamasını alın ve gidin. Sadece, insan insana şiiri giydirmeli.'' ŞİİR DALI E-DERGİ




ENSAR SARGIN: Şair genelde kendi yaşamı üzerinden evrendeki devingenliği okuyucuya hissettirmek ister. Kimilerine göre de şair, zaman içinde bir göstergedir. Zaman kavramıyla diğer kitaplarınızda olduğu gibi bu kitabınızdaki şiirlerinizde de sıkça karşılaşıyoruz; 
 Kum saatini devirir rüzgâr
(Dilek Değerli)
Bir çekmecede unutulan
Akrebi düşmüş bir saat miydi gençlik
(Dilek Değerli)

DİLEK DEĞERLİ: Şair genelde geçmiş yaşantılarından, gözlemlerinden, duygulanımlarından yola çıkarak düşlerle, çağrışımlarla, imgelerle şiirini yazar. Şimdiki anı bile yazıyor olsa geçmişteki biriktirdiklerinin penceresinden bakarak yazmaktadır. İlhan Berk’in dediği gibi; “Ne yazsak zamanı yazarız.”  Bellek, geçmiş zamana yolculuk yapar, hayal ise gelecek zamana. Şair, çevresini, doğayı, kendini, her şeyi duyumsayıp gözlemleyip biriktiren, okuyan, düşünen, düşleyen, beş duyuyla yetinmeyen, dille ve diğer sanatlarla haşır neşir yaşayan biri olmak zorundadır. Zaman, belleğin mezarlığında da, şimdiki anın savrukluğunda da telaşlı bir sincap kadar hızlı sıçrar. “Zaman tökezleyince kapanına gireriz inişli yokuşlu belleğin” (Düş Kaçkını’ndan). yaşadığı mekanlara, topluma, dünyaya, doğaya, evrene ve kendisine tanıklığının izleri, şiirlerinde görülür. Böylelikle şair, zamanın bir göstergesi olabilir. Goethe’nin dediği gibi “şairin çağına uymayan şeyi değiştirmeye hakkı vardır”.  Tanık olduğumuz savaşlar, işkenceler, ölüm oruçları, engellileri, azınlıkları, eşcinselleri dışlama, kadınları dövme, öldürme olayları, kadınlara her alanda yapılan haksızlıklar, çocuklara uygulanan şiddet ve tacizler, doğanın katledilmesi gibi tanık olduğumuz olaylar karşısında şair de şiiriyle seslenir. “Kan çanağında çocuk gözleri/ bilekleri kesik dünyanın.” (Kan Kaybı’ndan). 3-4 yaşlarındayken annem beni radyonun yanından alıp sokağa çıkarırdı çocuklarla oynamam için, iki gruba ayrılıp yakar top denilen bir oyun oynarlardı. Oyunu kazanan taraf sevinç çığlıkları atardı. Bense çocukların sevinmelerine şaşardım, eve girer radyoyla arkadaşlığı yeğlerdim. O günlerde hayatın bir oyun olduğunu ve ölene dek sürecek zamanı geçirme oyununu oynamam gerektiğini anladım. Zamanın dili çivilidir ama bazen zamanın da nabzını durdurabiliriz. Bunu da ancak şairler (sanatçılar) yapabilir. Başkaları için çalışmaktan kurtulup doğanın akışına kendimizi bıraktığımızda, mutluluk anlarımızda sessiz bir zamansızlık yaşayabiliriz; “Kırdım saatleri sonunda / çıkardım kaplumbağayı / otların kadife sessizliğine.” (Bahçeye Çıkış’dan) desem de zamanı kim durdurabilmiş? “elma kurdunu öldürebilir mi?”(İçyüzü’nden)

ENSAR SARGIN:  Şiirlerinizde ölüm, acı ve hüzünle ilgili metaforların yanı sıra düş, umut ve dinginlik de gözleniyor. Bu durum yaşamınızla, kişiliğinizle koşutluk gösteriyor mu?
Şiirin dilinde tüy bitmişse
aşkın külleri de üşümüşse
kırmızı bile secde ediyorsa
suyun karşısında
duvardan çıkar da ölüm
giyiniverir solan kalbin kanını
geride ne hayat, ne aşk.
(Dilek Değerli)

DİLEK DEĞERLİ: ‘Beyaz Kırılınca’ adlı şiirimdeki “Taşıyamaz hiçbir damar /acının siyah çığlığını / patlar dümdüz bir suya.” dizeleri bu soruya en uygun cevap galiba. Yazılan ya da söylenen ilk şiiri acının yoğurduğunu düşünüyorum. Acı, hüzün ve ölüm her şairi şiir yazmaya tetikleyen olgulardır. En iyi şiirlerim, yaşadığım acılardan doğmuşlardır. Onca sefalet ve acı içinde resim yapmakta direnen Van Gogh, “Cennet mavi olabilir ama insanın çilesi daha güzeldir.” diyerek sanatçılardaki mazoşist yanı da ortaya koyuyor. Bazen “hayatın kolları kırılır” bazen de “mezarcı kazar içindeki bulutu”, yine de umudu taşımalı içinde bir yerde insan. “baharın deliren kokusuyla / yıkıldı hüznün taş duvarı.” Yalnızca kendi yaşadıklarımdan değil başka insanların yaşadıklarından da yola çıkarım. Kocaları tarafından öldürülen kadınlara yazdığım bir şiirimdeki “güller düğümleniyor / bıçağın yanan kırk dudağında / kadının gözlerindeki zifir / sarkıyor asmanın sürgünlerinden” dizelerle ne kadar duyumsatabildim şiddetin zehrini bilemem. Şair ölmeden ölmeyi bilmelidir. Cemal Süreya’nın dediği gibi; “Hiçbir sözcük ölüm kadar şairi içine alamaz.” Çocukluğumdan beri ne zaman baş edemediğim bir acı içinde olduysam hemen bembeyaz pamuk bir bulutun üstüne uzanır, yavaşça kayarız sakinliğe. “Birleşir mi kırılan ayna? / yok olur mu taşlar aşına aşına?(Kırık Ayna’dan). Hayat, bana güzelliklerin yanında derin acılar da yaşattı. Çizildi içimin sırları, bazen bir volkanın ağzına düşüp çaresizliği yaktım bazen de kuşlarım dondu ama sonunda bahçeye çıkmayı başardım. Derin acılar yaşayan insanlar hayatın, güzel şeylerin değerini de en iyi anlayanlardır diye düşünüyorum.

ENSAR SARGIN: Çevirilerini yaptığınız şairlerin yaşamları genelde uç noktalarda seyreder. Gerek yaşamları, gerek şiirleri açısından okuyucuyu etkiler. Çevirilerinizde sizin de etkilendikleriniz oldu mu?

DİLEK DEĞERLİ: Şiirlerini çevirdiğim(basılan) şairlerin hepsi kadındı (Hakkında inceleme kitabı yazdığım Baudelaire dışında).  Bunun belli bir nedeni yoktu, şiirlerindeki kadın duyarlılıklarıydı belki de beni çevirmeye iten. Emily Dickinson dışında diğer şairlerin yaşam öykülerini şiirleri çevirirken araştırıp öğrendim. Çoğunun lezbiyen olmalarına ben de şaşırdım, bilinçli olarak yaptığım bir seçim değildi, ama toplumda azınlıkta olan çoğunluğun dışladığı insanlardan dostlarımın olmasıyla da paralellik gösterdi. Şiirlerimde çevirdiğim şiirlerden etkilendiğimi sanmıyorum. Her okuduğumuz şiirin dolaylı katkısı kadardır çevirdiğim şiirlerin etkileri. Beni, yazdıkları kadar kişiliği ve yaşadıklarıyla da en çok etkileyen Emily Dickinson olmuştur. Onun yaşarken şiirlerini yayınlatma çabaları ve bulunmayı bekleyen bir define olması, beni hep hüzünlendirir. Ama o rüzgârda, soğukta ağacını terketmeyen bir manolya olmayı başarmıştır. Çiçekleri, ağaçları, kuşları, çocukları seven ama yalnızlığın sihrini de odasındaki çekmecede biriktiren yanıyla Emily Dickinson’ı kendime yakın buluyorum. Yıllarca şiirlerimi yayınlatmamış, kimseye okutmamış ve doğaya aşık biri olarak. Anne Sexton ‘ın keskin imgelerle kendini, kadınlık hallerini cesurca dışavurumu, şiirlerini çevirmeme etken olmuştur. Ama kişilik olarak kendime yakın hissetmedim.  Bulutlar Prensi Baudelaire’i yazarken o korkunç bakışıyla Baudelaire, rüyalarıma giriyordu. Baudelaire, yaşadıklarıyla yazdıkları birebir örtüşen bir şair, nerdeyse yazdıklarına göre yaşayan bir şair diyesim geliyor. Paris Sıkıntısı’ndaki düzyazı şiirleri beni daha çok etkiledi. Şiirlerini çevirdiğim güçlü imgelerle ve farklı bir bakışla şiir yazan Amy Lowell’ın obez, çirkin ve lezbiyen olmasından dolayı dışlanması, alay konusu olması üzücüdür,  ama o şiir merkezi açıp, genç şairlere olanak verip, tanıtmakla şiire katkıda bulunmuştur. Amy Lowell’a göre; “Tüm kitaplar ya düşlerdir ya da kılıçlardır, kesebilirsiniz ya da sözcüklerle uyutabilirsiniz.”

ENSAR SARGIN: Son kitabınız çıkmadan, diğer çalışmalarınızı irdeleyen okuyucu, kitabınızın içeriğini ve adını (Yorgun Ruhlar Korosu) tahmin etmeleri için müneccim olmalarına gerek olmadığını düşünüyorum. Okuyucu penceresinden eserlerinizi değerlendirir misiniz?

DİLEK DEĞERLİ: Diğer şiir kitaplarımın dağıtım sorunları nedeniyle ve yeterli tanıtım yapılamadığı için çok az okuyucuya ulaştığını sanıyorum. Son kitabım Yorgun Ruhlar Korosu’nun diğer kitaplarıma göre biraz daha çok okuyucuya ulaştığını düşünüyorum. Bu kitaptaki şiirlerde sözcük seçimlerine, fazla sözcüklerden arınmaya, anlamsal ve sessel kurguya çok daha fazla dikkat ettim. Kitaptaki şiirlerin bazıları geçen yıllarda şiir dergilerinde yayınlanmıştı. Okuyucular kitabın içeriğini belki tahmin edebilirler ama adını tahmin ettiklerini sanmıyorum. Kitabımı okuyanlardan gelen tepkiler iyi yönde. Eski şiirlerimde imgelerin yoğunluğundan yakınanlar oluyordu, bu kitaptaki şiirler için böyle bir yakınma olmadı şimdiye dek. Hatta şiirlerdeki metafor ve imgeler hakkında övgüler geldi. Belli bir şiir çevresine dahil olmadığım için kitabın tanıtımı yapılamayacak endişesini taşıyordum. Kendisiyle tanışıklığım olmamasına rağmen şair Hayrettin Geçkin’in kitabım hakkında olumlu bir eleştiri yazısı yazması ve sizin bu söyleşiyi yapmanız beni sevindirdi hiç kuşkusuz. Şairlerin karşılıklı çıkarları olmadığı halde, beğendikleri kitaplarla ilgili tanıtımlar yapması, az rastlanılan ama olması gereken bir sanatçı davranışı.

ENSAR SARGIN: Olgular açısından tanımlamaların büyük önemi vardır. Tanımlamalarla sınırları çizebilir, çizdiğimiz sınırlar üzerinden yorumlar yapabiliriz. Realist ve postmodern şiir anlayışları penceresinden bakarak, şiirde sınırlar çizmeyi nasıl yorumlarsınız?
Hangi sözcüğün içine girip uyusam
(Dilek Değerli)

DİLEK DEĞERLİ: Şiirdeki tanımlamalar metaforlar, imgelerle olmaktadır. Şiirin, düşsel, zihinsel ve duygusal anlamda sınırları çizilemez. Ama şiiri kısıtlayan en önemli unsur dilin kendisidir. Dilimizdeki her sözcüğün ve nesnenin de şiirde kullanabilirliği tartışmaya açık bir konudur. Sylvia Plath, bir söyleşisinde diş fırçası gibi ıvır zıvır şeyleri şiirde kullanamadığını, bunları ancak öyküde, romanda kullanabildiğini söyler. Her ne kadar Goethe “zaman sınırlı, sanat sınırsızdır” dese de şairin yaşadığı toplumdan, çağından daha ilerde olması doğal olsa da yazdığı dil ve yaşadığı toplumun ahlak kuralları, dinler vb. bir yığın etken şairi yazarken ister istemez sınırlandırır. Koşullara ve şiir bilgisine rağmen şair sınırlarını zorlar daima, şiirini geliştirmesi için de bu gereklidir. Realist şiirde imge ve metaforlar olmadığından okuyucuya görünenden farklı açılımlar da sunmaz. Modern şiiri sormamışsınız ama modern şiirdeki imgeler, metaforlar şiirin sınırlarını genişletir. Tabii ki tek tür bir modern şiirden söz edilemez. Postmodern şiirde ise sınır yok denecek kadar aza indirgenir. Şiirde deneysellik arttıkça anlam ve duygu göz ardı edilir hale gelir. Realist şiirde konular gerçek yaşamdan alındığından, olağanüstü olay ve kişilere ve söz sanatlarına yer verilmez. Postmodern şiir ise bildik konular yerine yeni içeriklere, kişisel ifade biçimlerine, sözcük oyunlarına başvurur.  Kalıplara sığmamak ve toplumu dışlamakla yer yer yüzeysel ve gelip geçici olmakla da eleştirilir postmodernizm. Postmodern şiir, görsel şiir, minimal şiir, ses şiiri vb. bir takım arayışlar içinde sınırlarını genişletmektedir ama bu denemeler, şiirin yararına mı zararına mı olmaktadır, tartışılır.

ENSAR SARGIN: Ressamları şair, ya da şairleri bir tür ressam olarak görenler, imgelerin duruşu açısından çok da yanılmadıklarını söylerler. Resim sanatıyla da yakından ilgili bir şair olarak şiir ve resim dünyasının birleştirici yanları nelerdir?
Dile ki en son ellerin ölsün
(Dilek Değerli)

DİLEK DEĞERLİ: Leonardo da Vinci’nin dediği gibi “şiir görülmeyen ama duyulan resimdir”. Şiirle resmin ortak yanı imgelemdir. İmgenin tanımına bakarsak; algıladığımız görsellik/ görüntünün dille ifadesidir. “Dille bilenmiş, gözü kapalı / kendini kesen bir bıçak / şiiri kesiyor mavisinden”(Yazmak ‘tan). Şiirin resimsel olması, imgelerin düşsel mekânlar, örüntüler ve görüntüleri hayal ettirebilmesiyle oluşabilir. Hayal etmenin dışında düşlerimde gördüğüm sıra dışı ve resimsel mekânları, görüntüleri de, şiirlerimde ve resimlerimde kullanırım. Ressam düş gücüyle, renk ve çizgilerle imgeler oluşturur. Hem şiir yazıp hem resim yapınca doğal olarak ikisinin de olanaklarından da faydalanıyor insan. Soyutlama gücü olmayan hiç kimse şair, ressam vb.(sanatçı) olamaz. Ressam şairlerin şiirlerinde mekan, nesne tanımlamaları, sıklıkla renklerin kullanımı görülür. “Kendi ateşimde yürüdüm/ o cehennem bakışlı şehrin/ vişneçürüğü dudağını öpmeden.”(Bahçeye Çıkış şiirimden.)  İmgenin etkileyiciliği, duyumsattığı zihinsel görüntünün, anlamın çok boyutluluğuyla orantılıdır, Metin Altıok’un dediği gibi; “İçinde birçok anlamı yan yana uyum içinde yaşadığı bir duygu yumağıdır imge. Devingendir, çünkü taşıdığı anlam içindeki çokseslilikten gelir.”
Bir süre resim yaptıktan sonra bir tıkanma, durağanlık yaşadığım zaman, ısrar etmem, resim yapmam günlerce hatta aylarca. Böylelikle kendimi tekrar etmekten uzaklaşır, biriktiririm. Şiir için de aynı şey geçerli.  Rilke, Rodin’e şiir yazamadığından yakınır. Rodin de bir ressam, bir heykeltraş gibi düşünmesini, çevresine de bu gözle bakmasını önerir. Rilke de bu tavsiyeye uyar ve sonrasında daha farklı görsellikte şiirler yazmaya başlar. Lorca’nın Dali ile Rilke’nin Rodin ile olan yakınlığı, Baudelaire’in resim eleştirmenliği yapması, yazdıkları şiirleri de etkilemiştir. Bedri Rahmi Eyüboğlu, İlhan Berk, Oktay Rifat, Engin Turgut’un ressamlıklarından beslenen zengin görselliği şiirlerinde de görmekteyiz.Bana kalem ve kağıdı verdiklerinden beri zamanımın sadık kahramanları şiir ve resim oldu. Etkileşimde olduğum sinema, fotoğraf, tiyatro, müzik, heykel ve mimariyi anmasam olmaz burada. Şiir çalışmak her zaman daha ağrılı olmuştur resim yapmaktan. “Boyun eğmiyor şiir kaleme,/ nehrin sesine koşuyor / beyazı kırık papatyalar, / ruhun dikenleri batıyor / kıvranan ateşe.”( Yazmak’tan). Resim yapmak,  görmeyi, hayal etmeyi, incelemeyi, sınırları genişletmeyi öğretmiştir bana ve bunların şiirimin üzerinde olumlu etkileri olmuştur. Şiir yazarken bazı örüntüleri resimler halinde görürüm. Özellikle imge ve metafor oluştururken, ses, renk ve anlam olarak birbiriyle ve şiirin bütünüyle en iyi uyum gösteren sözcükleri seçmeye çalışırım. Resim yaparken renklerin birbirleriyle uyumu, komposizyonun kontrast dengesi, doluluk boşluk oranları vb. ayrıntılara dikkat ederim. İkisi için de geçerli olan bakmayı, algılamayı bilmek, hayal etmek, biriktirmek, duyumsamak ve bunları zihin ve zeka süzgecinden geçirebilme yetileridir. Resimle şiir, toprakla gökyüzü gibi birbirlerini beslerler, yalnızca araçları farklıdır. “Her gece sözcük kırkparesini örtünürüm”(Bahçeye Çıkış’dan) Sabahları da düşlerimi eklerim her kareye. “Yükü ağırlaşan buz döker içini/ müebbetinden akar mürekkep”(İç Döküş’ten)  bazen şiir bazen resim olarak.