Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

MEHMET ÖZCEYLAN İLE SÖYLEŞİ

''Acının yoklamasını alın ve gidin. Sadece, insan insana şiiri giydirmeli.'' ŞİİR DALI E-DERGİ




















MAKSUT KOTO: Mehmet Özceylan’ı şiirleriyle tanıyoruz. Kendinizle ilgili okuyucularınızın bilmediği neler söylemek istersiniz?

MEHMET ÖZCEYLAN: Ne ağır bir sorudur bu, kendini tanıma çabasında olan biri için. Bir de okurlarıma kendimi anlatmamı istiyorsunuz hem de okuru dahi olup olmadığı bilinmeyen bir şiir söyleyicisine. Belki benim de okurum vardır, kim bilir? Hem olmasa ne yazar? Madem kendimi anlatmamı istediniz. Buyrun; yıllardır sıkı bir şiir okuyucuyum, hatta sevgilim “Biraz da roman oku!” diyor, sıkılıyorum, sıkıla sıkıla hikâye - roman okuyorum. Öykü demekten pek hoşlanmıyorum, arada sırada aynalara bakıyorum, kedileri ve kargaları seviyorum. Yağmurlu havalarda şemsiyesiz geziyorum da saçak altlarındaki şemsiyelilere kıl oluyorum. Şiir yazmadığım zamanları, şiir yazmaya çalışmakla geçiriyorum.

MAKSUT KOTO: Şiir kitabı çalışmanız var mı? Günümüzde kitaplı ya da kitapsız şair olmanın farkı var mıdır, ne düşünüyorsunuz?

MEHMET ÖZCEYLAN: Bir şiir kitabımın olmasını isterim elbette. Ülkenin birçok kitapçısına ulaştıracak bir yayınevinden çıksa ne iyi olur. Şiirlerinin kitaplaşması sadece benim için değil, şiir yazan tüm “kitapsızlar” için önemli bir şeydir. Çünkü dergilerde kalan şiirler bir ölçü değildir okur için (şairin kendisi için de). Bu durumu şöyle özetleyebiliriz, herhangi bir edebiyat dergisinde şairlerin en iyi şiiriyle karşılaşırız, bu bir gerçek. Çünkü dergiler seçicidir. Şiirler kitaplaştıktan sonra şiirlerin gerçek  değeri ortaya çıkar. İşte, şiirler dergilerde kalmamalı, kitaplaşarak bir bütün halinde herkese ulaşabilmeli ki şairin şiir birikimi ortaya çıksın. Bu şu demektir kısaca; dergilerde yayınlanan birkaç iyi şiiriyle tanıyamayız kimseyi. Zaten dergilere gömülüp giden şairler olmadı mı bugüne kadar…

MAKSUT KOTO: Gediz Edebiyat ve Sanat Dergisi’nin emekçilerinden birisiniz. Bir edebiyat dergisinin hazırlanma sürecinde izlenen yolu okuyucu ile paylaşır mısınız?

MEHMET ÖZCEYLAN: Gediz Edebiyat ve Sanat Dergisi’ni Ahmet Çınar’la birlikte on sayı çıkardık. Yalnızca Ahmet, Mehmet işi değil bu, Hakkı Avan’ı da unutmamak gerekir. Daha nice dostu…Aslında dergicilik, yaşanan maddi imkansızlıklar dışında çok zevkli ve heyecanlı bir iş. İnsanın içine işleyen bir iş. Batıp batıp çıkan dergileri ve borç harç o dergileri yeniden yayınlayan dergicileri de unutmamak gerekir. Gediz’in ilk üç sayısını kitap formatında (151, 194, 153 sayfa) bastık. Onlarca yazı, şiir, kitap tanıtımı, karikatür… O sayıları hazırlamak gerçekten çok güçtü bizler için. Eser sıkıntısı çekmiyorduk; ancak derginin dizgi işi ve son okuma işi çok uzun sürüyordu. Yüzlerce sayfa olduğunu düşünürsek bir hafta falan her gece oturup Gediz’i çalışıyorduk arkadaşlarla. Dördüncü sayıdan itibaren ürün sayısını da sayfa sayısını da azalttık ve böylece on sayı çıkartmayı başardık. Artık çıkmayacak oluşu ne üzücü. Ancak şu da bir gerçek; Gediz, 1937’den bu güne farklı zamanlarda, farklı gönüllüler tarafından dört defa çıkarılan bir dergi, hem de aynı kentte. Bizim sloganımız “Gediz akmaya devam ediyor” idi. Bu düşünceyi ileride birilerinin sürdüreceğine inancım tam. Belki de kanımız yeniden kaynar, kim bilir…

MAKSUT KOTO: Günümüzde yerel edebiyat dergileri işlevini yerine getirerek okura ulaşabiliyor mu? Sizce edebiyat dergilerinin sayıları artmalı?

MEHMET ÖZCEYLAN: Ben bu “Yerel edebiyat” kavramını oldum olası anlamadım. Söylemeye çalıştığınız şey, “Taşra edebiyatı” ise bunu düşünmek gerekli. Kitle iletişim araçlarının zirve yaptığı çağımızda “taşra” kavramı yitip gitmiyor mu? Köyler kasabalara, kasabalar kentlere, kentler İstanbul’a ne kadar uzak ki? İnternet dergiciliğini bu bağlamda nereye koymamız gerekir? Kuş uçmaz kervan geçmez bir köyden uluslar arası dergicilik yapılamaz mı? Bence edebiyatta taşra kavramının helvası 90’ların sonu, bilemedin 2000’lerin başında yendi bile. Tüm bu söylediklerim, İstanbul’un kültür yaşamımıza katkılarını inkar etmek falan değil. Unutulmamalı ki artık  her şey İstanbul’da dönmüyor, yani İstanbul hâlâ aynı İstanbul da “taşra” eski “taşra” değil.

Gelelim sorunuzun cevabına, “Edebiyat dergilerimiz işlevini yerine getirebiliyor mu?” Edebiyat dergilerinin işlevini yerine getirip getirmediği, aslında çeyrek yüzyıldan önce ortaya çıkmaz diye düşünüyorum. 70’li ve 80’li yılların edebiyat dergilerinde her yazan çizen günümüze kalabildi mi? Bırakın yüzyıllar sonra da okunabilirliği, yirmi otuz yılda fosilleşen yazar şair yok mu? Hadi onlar unutuldu gitti diyelim. 70’lerin en önemli dergicilerinden Halil İbrahim Bahar’ı, Gediz’den başka kaç dergi – dergici andı? Süreyya Berfe uyarmasa belki biz de atlayacaktık bu koca çınarı; ama atlamadık, sahiplendik, bir selam gönderdik.

Edebiyat dergilerinin asıl amacı genç kalemlerle (daha yeni yeni kanatlanan, dilini arayan yazar - şairden bahsediyorum) olgun kalemleri buluşturmak olmalı. Bu ne derece başarılıyor? Bence yeterince başarılamıyor ya da sadece bir temenni olarak kalıyor. Bunun sebeplerini hepimiz biliyoruz.

Edebiyat okuru, dergi okumaktan pek hoşlanmıyor ya da bana öyle geliyor. Tabii burada dergilerde şiirleri, yazıları yayınlanan  koca koca yazarlar şairler ve gençlerden bahsetmiyorum. Sanki sadece onlar dergi okuyor gibi geliyor bana. Onlar dergi satın alıyor mu, sanmıyorum. (Onların da bir kısmı, “Bana neden dergi göndermediniz” diyor ya, neyse). Dergicilik maliyetli bir iş. Kitap şeklinde bir derginin 8-10 lira olması çok doğal, anlıyorum. Ben bu durumda ayda bir ya da iki ayda bir 8-10 lira veremeyen okuru da anlamak gerekir diyorum. 8-10 lira canım, neredeyse bir sigara parası deyip geçmeyin! Her ay üç beş dergi takip etmeye çalışırsanız, rakam satın alınan ya da alınıp okunması gereken kitaplarla birkaç yüz lira oluveriyor. Asgari ücretin 700 tl (rakamla yedi yüz tl) olduğu bir yerde kitap ve dergi okumak hayli masraflı bir iş değil de ne? Hem dergilerin korsanının da basılmadığını düşününce okur, çok istese dâhi dergilere el süremiyor. İşte size çıkmaz bir sokak. “Dergi sayısı artmalı mı?” diye soruyorsunuz, dergi sayısı azaldı diyelim! Okur ne kaybeder ki? Tabii bu, çok eski bir yara, çok eski bir çıkmaz.

MAKSUT KOTO: Günümüzde yazmaya şiirle başlayan genç edebiyatçılar yetişmekte, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Edebiyatı önce neresinden tutmak gerekir?

MEHMET ÖZCEYLAN: Novalis’in “Her sanat, şiire dayanır, hatta şiir bile.” sözünü hatırlattı bu sorunuz. Şiir yazmaya başlayıp da (baktı olmuyor) resme yönelen ya da ne bileyim heykel yontmaya çalışan olmuş mudur bilmiyorum; ama hikâyeye romana yönelen çok önemli yazarlar yetişmiştir bu güne kadar. Genç birine oku, oku, oku demekten ziyade nitelikli ürünlerin peşinde koşması önerilmelidir bence. İyi kitapları, iyi şairleri, iyi yazarları izlemelidir öncelikle. “İyi” derken, kime göre, neye göre? İşte bu soruma cevabı, “genç” kendi kendine bulmalıdır.

MAKSUT KOTO: Günümüz edebiyatçılarının eskiler gibi tanınıp okunmadığını görüyoruz. Son dönem edebiyatçılarının gençler tarafından tanınmıyor olmasının sebepleri nelerdir?

MEHMET ÖZCEYLAN: Bu konu hakkında “postmodernizm”in etkisi çok konuşuldu. Kitabın süpermaketlerde pazarlanır olmasından, kendisine yazar şair sıfatını yakıştıranların televizyon programlarında boy göstermesinden, sanatsal değeri olmayan şiir kasetlerine kadar birçok etken sayılabilir. İşte bu durum sonucunda günümüz edebiyatçısı gölgede kalıyor ya da gölgede kaldığı zannediliyor. Tabii tüm bu olumsuzluklara edebiyatçılarımızın politik bir tavır takınıp aydın sorumluluğunu yeterince yerine getirememesinin de payı çok. Olaya bu noktadan bakmak bize sorunun cevabını daha iyi verecektir.

MAKSUT KOTO: Edebiyatçının çok ürün yayımlıyor olması, sanatının gerçek ölçütü müdür?

MEHMET ÖZCEYLAN: Çok ürün yayımlamak ya da yayımlamamak bir edebiyatçının üretkenliğini ilgilendirir. Sanırım bu, biraz da şiirin şah damarına mı yoksa kılcal damarlarından birine mi sahipsiniz sorusunu getiriyor hemen akla. Mesela şairlerimizin bazıları şiirimizin şah damarıydı. İsimleri saymaya gerek yok, onlar şiirimizi buralara getirenlerdi. Çok yazmak ya da çok yayınlamakla ilgili değildir aslında bu, ne kadar “üretken” yazdığınızla ilgilidir. Ben, üretken yazmayı, diğer şairleri etkilemekle ölçüyorum. Birinin üzerinde bıraktığınız etkiyle ölçüyorum.

Kısacası, bir edebiyatçının eserini oluşturduktan sonra okura sunması kadar doğal bir şey olamaz. Ancak tekrara düşme ve gerileme tehlikesi var ki bunu günümüzde bazı isimlerde görüyor ve üzülüyoruz. Kimilerinin kılcal damarları tıkanıyor demek ki…

MAKSUT KOTO: Son olarak edebiyatla yeni tanışmış gençlere neler söylemek istersiniz?

MEHMET ÖZCEYLAN: Edebiyatla yeni tanışan bir gencin bu söyleşiyi sonuna kadar okuyacağını hiç düşünmüyorum. Diyelim ki hadi çıktı böyle biri! Okumaktan, düşünmekten ve hayal kurmaktan korkmayın, derdim böyle bir gençle karşılaşsaydım. Okumak, yaşamınızı yeniden şekillendirecek ve geleceğe özgür bakmanızın kapılarını aralayacaktır, diye de eklerdim her halde…

MAKSUT KOTO: Söyleşi için teşekkür ederiz.

MEHMET ÖZCEYLAN: Ben teşekkür ederim. Sevgiler…