''Acının yoklamasını alın ve gidin. Sadece, insan insana şiiri giydirmeli.'' ŞİİR DALI E-DERGİ
TANRI ŞİİR YAZAR MI?
TANRININ ŞİİRİ: İNSAN
Şükrü Erbaş
Tanrı şiir yazmasaydı, hiçbir kadın hiçbir erkeğe, hiçbir erkek hiçbir
kadına bir tek sevgi sözü söyleyemezdi. Deniz köpüklenmezdi. Çiçeklerde rayiha
olmazdı. Serçeler, güneşten önce sabahı getirmezdi. Ağaçlar şarkı söylemezdi. O
görkemli dağ dorukları, gözlerimizden can evimize yol bulamazdı. Dünyanın bütün
dillerinden yapılmış bir dil, kirpiklerin hevesini parmaklarda mucizeye
çevirmezdi. Beden arzu etmezdi. Gönül, gökyüzüne değmezdi. Evlerin pencereleri
dışarı açılmazdı. Hayvanların gözleri, insanı insan eden bir merhamet
duygusuyla canımıza işlemezdi. Çocuklar soru sormazdı. Müzik olmazdı. Keder
olmazdı. Yalnızlık duygusunu bilmezdi insan. Zaman, doğumla ölüm arasında cümle
kurmazdı. Ateş yakmaz, su boğmazdı. "Cennet mavi olabilir ama insanın çilesi
daha güzeldir" demezdi Van Gogh. İnsanlar birbirlerine gözyaşı
boncuklarından armağanlar vermezdi. Kimse varlığının değerini
bilmezdi. Dünyamıza akşamlar gelmezdi. Uykular bizi her sabah yeniden
doğurmazdı. İnsan, ayrılığa bu kadar güzel şiirler söylemezdi. Hazla hüzün
arasında salkım salkım çiçek açmazdı dünya.
Tanrı şiir yazmasaydı, aldığı soluk bile ağırlık verirdi insana. Bulutlar
yağmur olup yeryüzüne inmezdi. İlk insan mağara duvarına o resmi çizmezdi.
Sonsuzluk, küçücük hayatlarımıza sığmazdı. Üzümün güneşinden şarap kandilleri
yakamazdı insan. Ölümü gördükten sonra kimse kimseyi sevemezdi. Hayal olmazdı,
hatıra olmazdı. Irmaklar denizleri bulamazdı. Çayırlar yeşermezdi, sararmazdı.
Ne diyordu Herman Melville: "Tanrının, dalkavukluk nedir bilmeyen büyük
şairi doğadır."
Tanrı tabii ki şiir yazar. Doğanın kalemiyle doğanın kâğıdına bizi yazar
Tanrı.
DİN, BİLİM, FELSEFE VE ŞİİR
Veysel Çolak
Din, tarih boyunca hep bilim ve felsefeyle karsı karşıya
geldi. Bilim ve felsefe alanındaki atılımlar din adamlarınca hiç hoş
karşılanmadı. Şiiri kendi yedeklerine alabilmek için de materyalizmin ve
bilimin; şiirin, güzelliğin ve imgelemin sınırlarını daraltma savını ileri
sürdürler. Bunda başarılı da oldular aslında.
Şimdi belli başlı tarihsel olgulara bakılabilir: Olympe'in tanrıları tarafından Promete’nin ateşi çalıp insanlara
götürmesi yüzünden kayalara bağlandığını anımsamak gerekiyor. Bu mitolojik
öyküde, insan zekâsının aydınlanmasından korkanların baskıcı düzeni
anlatılmaktadır aslında. Öte yandan İslam mitolojisinde Âdem'in eylemi; haram
edilmiş bir meyveyi (elmayı) yemek değil, bilim ağacının meyvasından tatma
isteğidir. Sokrates’i öldürenler,
ona baldıran zehri içirenler; puta tapanlardır. Galile'yi mahkûm eden Katolik kilisesiydi. Campanella, bu kilisenin acımasız işkenceleriyle yüz yüze gelmişti.
Bu kilise tarafından yakılanlar olmuştu. Engizisyonum milyonlarca insanı
yaktığı, zindanlarda ölüme terk ettiği bilinen gerçeklerdir. Spinoza’nın Yahudi din adamlarınca
taşlandığı da öyle... Çünkü dine rağmen hiçbir şey özgürce yorumlanamazdır.
Yakın geçmişte Darwin ve yandaşları
Amerika'da Protestan kilisesi savunucuları tarafından mahkemeye verilmiş ve
mahkûm edilmişlerdir.
İnsan aklından korkan din, bilimin buldukları karşısında
etkisini yitireceğini gündeme getirmiştir hep. Bilimsel kavrayışın dine karşı
olduğu ve inançsızlığı beslediği düşünülegelmiştir. Bu da bir çatışma olarak,
günümüze kadar sürüp gelmiş. Bu tarihsel süreçler yaşanırken sanat, özellikle
şiir; amaçlı olarak bilimle karşı karşıya getirilmek istenmiş ve dinlerin
yaygınlaşması için kullanılmaya çalışılmıştır. Oysa şiirlerin içerdiği imgelem,
şairlerin düş gücü bilimi besleyen; olmazsa olmaz kaynaklarından biridir. Bu
konuda metalbilimci Cyril Stanley Smit; kendi
alnında tarihi araştırmalar yaparken metaller ve onların özellikleri konusunda
ilk bilgileri sanat müzelerinde bulduklarım belirtiyor. Bu bağlamda
söyledikleri oldukça önemli: "Yavaş
yavaş bu durumun bir rastlantı olmadığını, doğal bulgulama yolunun bir sonucu
olduğunu anlamaya başladım: çünkü buluşlar, genellikle, estetik olarak yönlendirilmiş
meraktan kaynaklanıyordu. Pratik amaçların sonucu olmaları pek enderdir.''(1) Bilimsel buluşların "estetik olarak
yönlendirilmiş meraktan" yola çıkılarak gerçekleştirilmesinin altını
çizmek gerekiyor. Bir düşünün. Arkeolojik kazılarda bulunan hiçbir makine
yoktur. Kâseler, vazolar, heykeller takılar vardır sadece. Sanat değeri olan
nesnelerdir bunlar.
Cyril Stanley
Smit'in tavrı, bilimi sanata karşı
göstermeye çalışanlara yöneliktir, K.C.
Cole'un sanatçıyla bilim adamını buluşturan sözleri ise şöyle: "... ortak yan, boş bir kâğıda bakan sanatçılar
ve fizikçilerin aynı sevinçli beklentiyi duymalarıdır. " Bunları yanı
sıra bilime öncelik veren bilim adamları da var elbette. Richard Feynna şunları söylüyor: “Şairler, bilimin yalnız gaz atomlarından yapılmış kürelerle yıldızların
güzelliğini alıp götürdüğünü söylerler. Oysa hiçbir şey ‘yalın' değildir. Ben
de bulutsuz bir gecede yıldızları görebilir ve onları duyumsayabilirim. Ama
onları tam görebilir miyim? Gökyüzünün genişliği, hayal gücümü zorlar; bu
derinliğe dalan gözlerim bir milyon yıl öncesinin ışığını bile algılayabilir…
Daha da şaşırtıcı olan, bu algılamanın, geçmişi düşleyen sanatçınınkinden daha
gerçek olmasıdır. Şairler neden gerçek olandan söz etmiyorlar?Jüpiteri bir
insana benzetenler mi, yoksa onun metan ve amonyaktan oluşmuş topaç gibi dönen
dev bir küre olduğunu söyleyenler mi şair”(2)
Bu görüşe bakarak bilimin doğayı güzelliklerinden soyduğunu
söyleyenler çıkabilir. Şairin duygusal, şiirin coşkulandırıcı; bilimin mantığa
dayalı ve anlamaya çalışmak olduğu öne sürülebilir. Ne olursa olsun şiir de
bilim de aynı ortamdan yararlanırlar, kaynaklanırlar. Einstein 'düşüncelerin
estetik yanları vardır." diyor. Henri
Poincare; estetik, anlatımın doğruluğu için 'ince bir elektir' görüşünde. Sanatçıların bireysel özellikleri de
önemli, Einstein, keman çalıyor. Leonardo da Vincinin bilimsel buluşları
var. Niels Bohr, kübizm tutkunu.
Benzer yüzlerce örnek daha...
Bilimi akılcı bir süreç ve anlatılabilir bulmak ve buna
karşılık sanatı, şiiri bütün bütüne sezgiye yaslayarak bunun anlatılmaz
olduğunu ileri sürerek; bilim ve şiirin ayrılması gerektiğini kabullenmek
olanaksızdır. Buna karşılık sanatı, şiiri estetik amaçlı bir işçilik olarak
görebiliriz. Bilimi ise doğa felsefesine indirebiliriz. Böyle de bir ayrım
koyabiliriz ikisi için. Ama bu iki tanımlama da çok sınırlı kalır, yetmez.
Çünkü bilimin; sanattan, şiirden alacağı çok sey vardır. Tabii bunun tersi de
doğru.
Günümüzde bilimsel buluşların sanatçıların, şairlerin
düşlediklerinin çok ötesine geçmiş olması; sanata, şiire bir engel değil.
İnsanı hayrete düşüren, heyecanlandıran, şaşırtan... buluşların, şairin
imgelemini körelteceği yerde besleyeceği kanısındayım. Bilimsel buluşlar,
şiirin kanadının kırılması olmaz hiçbir zaman. Olsa olsa daha büyük kanatlar
edinmesi gerektiğini gündeme getirir. Evrenin gizleri tek tek açığa
çıkartılırken; insanın yeni konumuna eğilir şiir. İnsana döner, insanlaşır ve
onun yanında yer alır. Nesnel karşılığını bulmuş olur. Gerçek olur. Belki
dünyanın uydusu ay; aydede olmaktan çıkar ama bu da şiirin büyük bir
kaybı olmaz. Dün, sevgilisinin sesini duymayı düşlüyordu şair. Telefondan sonra başka bir şeyin peşine düşmek zorunda kaldı. Özlemleri
karşılamak için göz korkutan, aylarca sürecek yolculuklar; dakikalara indirildi.
Şiirleri dolduran ince hastalıkların birçoğu aşıldı. Bütün bunların şairin
önünde engel olduğunu kimse söyleyemez ama ufuk açıcı ve sıçratıcı oldukları
kesin.
Çok yalın biçimde "Bilgi, bilgelik sevgisi"
olarak tanımlayabileceğimiz felsefe; hep bilimin yanında olmuş. Doğaya ve
yaşama ilişkin ne varsa tümüne yönelik soruları dinin ve söylencelerin
karşılamasına izin vermediğinden, dinle karşı karşıya gelmiştir. Bu bağlamda
düşüncenin eleştirel işleyişi ve gözlemin önemsenmesi felsefenin kurumlaşmasını
sağlamıştır. Bu nedenle, içeriği nedeniyle felsefe, bilim ve şiir (sanat)
buluşması, bütünleşmesi sağlanmıştır. Din de tam karşıda bir yerde
konumlanmıştır. Bugün idealist felsefenin varlığı, tartışılıyor olması; bu
gerçeği değiştiremez.
Görünen o ki, günümüzde şiirin dine değil bilime ve
felsefeye gereksinmesi var. Gelişmesi buna bağlıdır. Çünkü insanı ve geleceği
belirleyen bilim ve felsefedir.
Notlar:
(1)
Bilim ve Estetik. K.C.Cole, Bilim ve Teknik, Aylık Popüler Dergi,
Cilt:19, Sayı 223, syf: 22-23
(2) A.g.e.d.
Syf, 22-23
TANRI ŞİİR YAZAR MI? YA DA NÜMERİK POETİKA
(Ensar Sargın /
Zeynep Değirmenci)
“Ben ki boş yere onca farklı
kişi oldum, tek bir kişi olmak istiyorum, kendim”.
Tanrı gürleyerek şöyle
yanıtlıyor;
“Ben de ben değilim sevgili
Shakespeare. Ben de Dünyayı senin yapıtını hayal ettiğim gibi hayal ettim.
düşlerimde seni de biçimlendirdim ve sen de tıpkı benim gibi bir çok kişisin ve
hiç kimsesin”.
(J.
L. Borges)
S: Tanrı şiir yazar mı?
D: Hayyam’ın tanrısı kesin yazıyordu da, Newton’unki sanırım sayıları daha çok seviyordu. Ama benim tanrımdan eminim. O hiç şiir yazmaz.
S: Rubailerin kalbine düşebilen, sıfırı icat edebilen bir Tanrı sizin kelimelerinizde saklanmayı beceremedi mi?
D: O’nun şiirin içine fırlatılmış kelimelere ihtiyacı yoktur ya da şiirden ona sıçrayan alevlerden yanacak bir kalbi.
S: Sözleriniz, poetik kaçışlar kadar, yumuşak bulut üflemelerini boşlukta karşılamak kadar solgun ve meydansız düşler değil midir?
D: Şiirin noktası konunca ortada ne düş kalır ne aşk ne tanrı… sadece şiir… tanrının var ettiği tanrıyı yok eden şiir
S: O halde şiir; tanrının düşler penceresinde şaire ulaşma halidir.
D: Tanrı’nın, şairin alnına dokunmasıdır...
Mehmet Rayman
Her gün izliyor beni.
Kanatlarımın olmadığını bildiği halde.Uçmamı istiyor.Gökyüzünden haberi yok
gibi.Kocaman çınarların uğultusuna yoruyor beni.bozkırım yaralı bir
tavşan.Güvercin nazıyla geçtim yine yanından.Kapımı penceremi açtım deli esen
yellere.Akşam oldu.Kentlerin kalabalığından sakındım.Yalnızlığın kovanı bir polen
arı.Çavan güneşe bağladım kışlarımı.Asma yaprağından sonra
seyrettim bağları.Kar suyu birikmiş kütüğün dibinde.Tanrı şiire başladığı
günden beri kağıt kalem almıyor eline.Oysa şiiri tanrıdan aldık getirdik bu
günlere.Gözümün içinde dönüyor dünya.Yaz geldi geçti. Güz günlerine kaldı
topuğun çillenmesi.
Tanrı şiir yazar.Yedi
iklimin yağmuru akar bir denize.Yükselen bulutların damlacıklarına tutkun
tozum.Kundakta yakalar beni pişkin yara.Kesilmiş dalın yarasına sürdüm derenin çamurunu.Ufkuna düşürdüm aynalı sazanı.Melekleri topladım
başıma.Önce babamdan başladın sonra şaşırtma.Kamburum kimin çukurunu doldurmaya
yeter ki.Gün boyu kazma kürek çalışsam.Yine başımın üstünde tutarım kırlangıcın yuvasını.Yorgunluğumu verdim
yere.Çekirdeğin aklına girdim bekledim baharı.Senin sınırın yoktur yukardan
bakınca.Üzüm salkımı bir evimiz vardı.Ondan böyle bulutlanır gönlümün karası.
Şafak sökümü gözümün
önü.Sabah serinliğinde dinledim sığırcık sürüsünü.Harmanım döküntü.Paydaşım
olsun onca karınca.Yükümü kendim taşırım.Kendimden başka kimse bilmez ağrımı
sızımı.Eğrilmek için çıktım yola.İçimdeki çocuğun ağırlığı tam on okka.Dibine
çökmüş ağırlığım.Tanrım senden aldığımı koydum masanın üstüne.Zamansız olmaktan
yanayım bundan sonra.Kederimden ötesi kime ne.Kanatlarından attığın günden beri
gelemdim kendime.
TANRI ŞİİR YAZAR MI?
Yazarsa; şiir, tanrıyı yazar.
Öyle bir yazar ki; elleriyle, elinde bembeyaz bir kalem; yüzüyle, yüzünde kıpkırmızı utanç;
sırtında gök, göğünde intihar martıları; alevden bir göğüs; sonsuz dalgalı saçları, sudan…
Görüverirsin tanrıyı karşında!
Sonra bi’ bakmışsın tanrı şiir
bağdaş kurmuş, ışığı gelgitli bi’ sokak lambasının
gölgesiyle ritim
dibinde bir varil, varilin içi şeytan,
sanırım biraz ısınmaya çalışıyor
Aç; ne isterse yiyebilir misal yarım ekmek tavuk.
ya da midye tava, danakalamar
Çıplak; oysa yeni bir elbise yaratabilir, özgür
ama Ahde yazık; en ince ayrıntısına kadar tüm
desenlerini önceden biliyor
tutsak
Sessizdir; ölümlü bi’ filarmoni orkestrası,
arka sokakta çığlık çığlığa çıkmazda bi’ panayır.
Yalnızdır, sırf bu yüzden elini şaplatsa dünya
İnsanlık yahut dinozorlar âlemi, üç beş melek
Çocuktur ama ağlamaz ama gülmez
sade sever.
Kirlidir; temizlik, kirden gelir.
-Yazarsa; şiir, tanrıyı yazar ve ancak şiir isterse; tanrı şiir yazar!-
Gözünün bebeğine öyle, üşümüş, donuk bakışlarla
saplanır ve o anda dizelenmeye
başlamıştır
hayat.
Sonra bi’ bakmışsın tanrı şiir yazıyor
…VE
TANRI ŞİİRİNİ YAZDI!
Hüseyin Korkmaz
Hüseyin Korkmaz
Tanrı’nın en yüce şiiridir dünya! Bu
yüzden evet, “ Tanrı şiirini kusursuz yazdı.” diyebilirim. Bu inanca hâkim
birey, dünyaya bakarak estetik doğal dili doğadan sezinledi. Sezdiğini
duyabilen kişiler -yani şiir aktarıcıları, şiir duyucuları da- Tanrı’nın
yazdığı şiiri (dünyayı) okuyup, duyup insana çeşitli biçimlerde sundu.
Sezgisine güvenerek doğadan dinlediği
sesleri düzenleyen kişiler, hassas olduğu ve duymayı istediği ses neyse onu
duyduğu için farklı algılar edindi. Bunu algıda seçicilik yöntemiyle açıklamaya
çalıştığını da söyleyebiliriz. Bu nedenle farklı biçimleri, ritimleri,
biçemleri, biçimleri, söz sanatları vs… kullanarak bize çeşitli anlam kesitleri
aktardı ve aktarmaya devam etti. Bu yansıma algıları aslında duygu- zihin
ikilemi açısından gayet zor bir uğraşı, bir yaşamı şiir duyucusuna önerdiğini
de düşünürüm. İç-ses böyle yorumlanabilir ki; o içses Tanrı’nın yazdığı şiirin
içinde duyuldu. Bu gizi bilinir kılmaya uğraşmak; keşfe çıkmak insana insan
için en büyük iyilikti, kuşkusuz!
Tanrı’nın şiiri (dünyası) kutsanması gerekiyordu ve yırtıcı insandan
dünyayı korumanın en etkili yolu bu sanırım: Onu kutsamak. Okuduğu bu yüce
şiiri insanlığa aktaran kişinin en ufak bir mesajı bile aksatmadan aktarabilmesi
bu açıdan çok önemlidir. Tanrı’nın dünyası (şiiri) bu mesajları bize
iletilebilmesi için doğa kirletilmemeli, öldürülmemeli, doğanın o saf sesi
yapay seslerle örtülmemeli, diyorum. Yaşamın sürdürülebilmesi için bize yazılan
bu yüce şiiri, iletiyi, doğru duyabilme alanına yönelik tespitler; ona ilişkin
fikirleri, sözsel yapılandırmaları yaratıcının yarattığı doğadan alırız. Doğa,
Tanrı’nın zengin imgesidir belki de. Doğanın içindeki rüzgâr, su, yaprak
hışırtıları, hayvan, iklim, insan vs… benzeri ses ve yansımalar aracılığıyla bu
yüce şiirin önemi de vurgulanmaktadır böylece, bana göre.
Tanrı’nın kusursuz şiiri saydığım
dünyayı ve dünyanın içinde var olan yaşamın tüm seslerini, yansımalarını sezip,
algılayıp, duyup; en gerçekçi ve saf biçimiyle aktarabilmemiz dileğiyle. Şiir
ve Tanrı sizinle olsun!
TANRI ŞİİR YAZAR MI?
Gazanfer Eryüksel
“Çözümü çerçevenin dışında aramak lazım…” derler ya, bu kez
soru çerçevenin dışında… Bir diğer deyişle ezber bozan bir soru…
Cemal Süreya, her şairin ömür boyunca bir şiir yazdığını
söyler. Tanrı’nın bitmeyen şiiri ise doğadır. Şiir, devrim örtüşmesi ve
kesintisizlik…
Tanrı’nın çok renkliliği ve çok sesliliği sevdiğini doğanın
şiirselliğine bakıp da görememek…
Bu cümleye nokta koymak doğaya ve şiire aykırı…
Renk ve seslerdeki varsıllık…
Her kar tanesinin apayrı bir deseninin olması…
en kuvvetinde kar ve yağmur tanesinin birbirlerine değmeden
yeryüzüne süzülmeleri…
Yağmuru yukarı doğru yeniden yağdıran da doğa ve/veya
Tanrı’dır. Şiir olup, şiirle kalmak… Olmak ya da olamamanın yaman seçimi…
Sina Akyol
Mesela: Yunus Emre, Ahmet Haşim, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Melih Cevdet Anday, İlhan Berk, Behçet Necatigil, Oktay Rifat, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan; mesela onlar...
Onların yapıp ettiklerine bakacak olursak,
sorunuzu,
"E olmuş zaten, yazılmış zaten!" diyerek,
"Evet" cümlesiyle yanıtlamam gerekecek.
Sezen Çiğdem
Sennur Sezer
Tanrıya
inanıyorsanız, çevrenizdeki otu, böceği, çocuğu bir şiir gibi görüyorsanız,
evet tanrı şiir yazar. Siz de bu şiiri korumanızı ister.
Tanrıya
inanmıyorsanız, çevrenizdeki güzelliklerin yaradılışa değil bir başka türlü
ortaya çıktığına inanıyorsanız; yine bu
güzellikleri korumalısınız, şiirini de siz yazmalısınız. Sözün kısası bugünkü
insan gibi döke saça sömürmeyin dünyayı.