Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

ÇİĞDEM SEZER İLE SÖYLEŞİ

''Acının yoklamasını alın ve gidin. Sadece, insan insana şiiri giydirmeli.'' ŞİİR DALI E-DERGİ








ENSAR SARGIN: Kent yaşamını sıklıkla irdeleyen bir yazar olarak, köy-kent kültürünün edebiyatımız ve özellikle şiirimiz üzerindeki etkisi nedir?  ve sizce nasıl olmalıdır?

ÇİĞDEM SEZER: Yaşadığımız dönemde algılama biçimleri öylesine farklılaştı ki! Neresi kent, neresi köy? Özellikle Karadeniz’de köyler kış aylarında neredeyse ıssız! Bu durumda bir “köy yaşantı”sından söz etmek bile olanaksız hale gelirken, şiire etkisinden söz edilebilir mi?

ENSAR SARGIN: Şiirde gerçekçilik ve toplumsallık genellikle aynı tarafta işlenir. Toplumsal şiir her zaman gerçekçi olmak zorunda mıdır? Yoksa gerçekçi şairler, eserlerini gerçekçiliğe mi mahkum etmeye çalışıyorlar?

ÇİĞDEM SEZER: Benim gibi, şiirde “kesin”liğe bütünüyle karşı biri için çok sorunlu kavramlar bunlar.  Şiirin-şairin kategorize edilmesine de karşıyım; yaşadığı dönemin öne çıkan toplumsal olayları şairin şiirinde şu ya da bu biçimde yer bulur kendine. Son derece soyut bir şiir, toplumun önemli bir sorununa işaret edebilir. Ya da gerçekçi olduğu iddia edilen bir şiir, şiirsel değeri açısından tartışılabilir. Tersini de söyleyebiliriz bunun. Kim, kendini neye mahkûm ediyor (ediyorsa elbette) bilemem; bildiğim, kelimelerin kalbime dokunup dokunmadığı…

ENSAR SARGIN: ''Gitgide anlıyorum ki şiir bütün insanlığın ortak malıdır”
                                                                                          Goethe
Poetik açıdan şiirde “anlatmak”, “anlamak” tan daha önemli kabul edilir. Şaire sorulduğunda ise çıkan sonuç bunun tersi olduğudur. Şiirin vermek istediği ve verdiği açısından değerlendirir misiniz?

ÇİĞDEM SEZER: “Şiirin vermek istediği” diye bir ifade, daha baştan şiirden çıkılıyor olduğunun işaretidir benim için; ben bile bilmiyorken şiirden ne istediğimi… Biten bir şiirimi okuduğumda şaşırmıyorsam, yazarken duygu olarak bile (bırakın bilgi’yi) farkına varmadığım bir “şey”in varlığını duyumsayamıyorsam, yeterince iyi olmamış sayarım o şiiri. Şiir, şairin kendinde bile olmayanı vermelidir ona. O “kendinde bile olmayan” nedir? İşte bunu bilmeyi ben de isterdim. Ve o zaman şiir de yazmazdım!

ENSAR SARGIN: Toplumu etkileyen siyasi olayların edebiyat için de dönemeç noktası kabul edilmesini değerlendirir misiniz?
 
ÇİĞDEM SEZER: Sorunuz, yanıtı da barındırıyor içinde aslında: “Toplumu etkileyen siyasi olaylar” ifadesiyle… Şiir, insandan-toplumdan bağımsız olmadığına göre, toplumu etkileyen olaylar-durumlar, şiiri de değer, yansır. Dönemeç noktası olması ise tartışılır. Özellikle 80 darbesi Türkiye için böyle bir sonuç doğurmuş gibi. Ama bu, siyasi olayın kendisiyle değil, isteyerek ya da istemeyerek açtığı-kapattığı kanallarla ilgili. Bu durumda siyasi olayların şiirde dönemeç oluşturup oluşturmayacağı konusunda kesinlemede bulunmak doğru gelmiyor bana.

ENSAR SARGIN: Karadeniz’in kıyıcığında doğan bir yazar olarak sizce Karadeniz şiirle mi yaşar?

ÇİĞDEM SEZER: Keşke öyle olsa! Karadeniz şiirle filan yaşamıyor artık! Akıl almaz doğa katliamları (sahil yolları, HES’ler, barajlar..) ile öldürülüyor yazık ki! İyi şairler çıkıyor Karadeniz’den, evet. İyi müzisyenler, sanatçılar… Ama bu, Karadeniz’in şiirle-sanatla yaşıyor olduğunu göstermiyor yazık ki. Onların çoğu da zaten bölgede kendilerine varlık alanı bulamadıkları için ayrılıyorlar. Sularımızın önü kesiliyor, ağaçlık alanlarımız yok ediliyor… Birkaç on yıl sonrasını düşünebiliyor musunuz?  Vatandaşın kendi elleriyle kondurduğu beş-on katlı beton binaları saymıyorum bile! Şiir mi dediniz! Hadi canım, kimin umurunda!

ENSAR SARGIN: 12 Eylül dönemini çarpıcı üslupla irdelediğiniz “12 Eylül’ün 30. Yılında 30 Yıl 30 Hayat” kitabınızın hazırlığında yaşadıklarınızı okuyucu ile paylaşır mısınız?

ÇİĞDEM SEZER: İnanın bunu istemezsiniz! Öyle çok haksızlık, öyle çok acı, öyle çok parçalanmışlık… Bir o kadar da direnç ama… Hayatımda karakola bile gitmişliğim yok ve ben o dönemde işkence kâbusları gördüm, uzunca bir süre. Öğretici, yararlı ama bir o kadar da yıpratıcı bir süreçti. İnsanın o denli vahşileşebilmesini akıl da vicdan da kabul etmiyor ama yazık ki yaşandı o dönem. İbrahim Dizman’la birlikte yürüttük o çalışmayı. Keşke çok daha önce yapmış olsaydık, diye düşündüm. Biz yalnızca otuz yılı simgeleyen otuz isimle çalışabildik. O dönemi yaşayanların birçoğu hayatta değil artık. On-yirmi yıl sonra iyice azalacaklar. Bu nedenle tanıklıklar, yaşanmışlıklar önemli. Daha çok belgesel, daha çok araştırma. Hiç değilse gelecek kuşaklara doğru bilgiler aktarılabilsin diye.
  
ENSAR SARGIN: Ülkemizde toplumun edebiyata bakışı ile, aydın kesimin edebiyat çerçevesinden topluma bakışını karşılaştırdığınızda ortaya çıkan sonucu ve beklentilerinizi paylaşır mısınız?

ÇİĞDEM SEZER: Karamsar olmamaya çalışıyorum ama umutlu olmak hiç kolay değil. Toplumun edebiyatla bir ilgisi de bu konuda bilgisi de yok! Aksini iddia edenler okuma oranlarına baksınlar yeter. Bir avuç okur-yazar insan var. Okurların çoğu da popüler okumalara yönlendiriliyor. Bilinen manzara işte.  Kim aydın, kim karanlık ayrı konu ama kast ettiğiniz anlamda “entelektüel” kesimin topluma bakışında da bir şaşılık yok değil. Yeni bir şey de değil bu, on yıllardır süregelen bir üstten bakış… Üstelik ülkemiz öylesine politikleşti ki son on yıllarda, böyle bir ortamda edebiyat çerçevesinden topluma bakıp sağlıklı değerlendirmeler yapmak olanaksız. İnsanlar giderek daha öfkeli oluyor ve bu öfke (haklı olup olmamasını konu etmiyorum)  elindeki metni (edebiyat metnini de)  algılamasını bile etkiliyor. Beklentim! Yaşıyorum ve bunu olabildiğince insan kalmaya çalışarak yapıyorum. Dört yanımızı kuşatan haksızlığa, yoksulluk ve ölüme rağmen… Paranın erki, erkin her şeyi kontrol ettiği bir dünyadan ne bekleyebileceksek… Ama dünya da yorulur bundan ve dengeler değişir bir gün. Hayat bu minval üzre sürer gider. Biz olsak da olmasak da… Son sözü şiirden seçeyim, yanıta da katkısı olacağını umarak: Kitaplarımdan birinin adı: Dünya Tutulması… Ne diyim ki başka!