VEYSEL ÇOLAK'IN YENİ KİTABI ''O ZAMAN BİTTİ'' HAYAL YAYINLARINDAN ŞUBAT 2013'DE ÇIKTI.....
Veysel Çolak: Şiirin arkadaşı olmaktan mutluyum. Şiir yazarken özgürleşiyorum; şiir yazarken düşünebiliyorum çünkü.
Maksut KOTO: Bugüne dek pek çok söyleşi yapılmış sizinle. Sorulagelen soruların dışına çıkmaya çalışarak şöyle başlamak istiyorum: Veysel Çolak’ı tanımak için şiirini bilmek yeterli midir? Ya da bir şairi şiirinden tanıyabilmek mümkün müdür?
Veysel ÇOLAK: Her şiir, şairinden çok iz taşır. Bir şiiri şair odaklı okuyup çözümlediğinizde; o şairin ideolojisini, şiirbilgisini, psikolojisini, kültürel derinliğini, evrensel tutumunu, dil bilincini… açığa çıkartabilirsiniz. Bütün bunlar, o şairin şiirlerine yansıyanlardır. Bunları bilmek, büyük oranda şairi tanımak olabilir; ama onun şiirlerine yansımayan karakteristik özelliklerinin de olabileceği göz ardı edilemez. Bazı şairler, kendilerini şiirlerine katmaz, bazıları kendi kanıyla derisine yazar şiirlerini. Eğer şiirlerinizi kanınızla kendi derinize yazıyorsanız, şiirleriniz sizi ele verebilir büyük oranda. Ben, şiirlerini kanıyla derisine yazanlardan yanayım.
M. KOTO: Rizeli bir şair olarak kendi şehrinize şiir adına bir şeyler katmayı hiç düşündünüz mü?
V. ÇOLAK: Rizeli olmak güzel. Kentimi onurlu biçimde kültürel ve coğrafi tarihe yazmaya, temsil etmeye çalışıyorum. Eğer bir katkı söz konusuysa, bu açıdan bakılmalı duruma. Öte yandan Rize’nin bana kattığı çok şey var. Çünkü oranın dünyanın bir çocuğuyum. Gürgenlerden, kestanelerden, Fanburlardan,, Çifitlerden, Komarlardan, Çilolardan, mısırlardan, çaylardan öğrendiğim çok şey olmuştur. Dahası Karadeniz’le yarışan insanlarından, kopan kemençe tellerinden, yastığımın altındaki tabancadan, o canım Karadeniz Türkülerinden çok şey öğrendim. Bu kültürel değerleri şiire taşıyarak; yerel kültürü ulusal ve evrensel kültüre dönüştürerek bir şeyler yaptığımı düşünüyorum.
M. KOTO: Yanlış anımsamıyorsam Rizeli şairler arasında en fazla tanınan şair sizsiniz… Doğu Karadeniz’in şair potansiyeline bakarsak da şair olarak en fakir illerinden biri de Rize’dir? Bunun nedenlerini ve de çözümlerini nasıl değerlendirirsiniz?
V. ÇOLAK: Altını çizdiğiniz bu sorunu anlayabilmek için tarihe bakmak gerek. Rize, 1923’e kadar içine kapanık, kapalı ekonomik işlerliği olan bir kent olmuştur hep. Osmanlı İmparatorluğu bu kenti önemsememiş pek. Trabzon’un, Manisa ve Amasya gibi sancak olması Rize’yi merkezden uzaklaştırmış. Kültürel yapı Trabzon’da canlılık kazanmış. Fitnat Hanım, Saniye Hanım, Mahişah Hanım gibi üç kadın şair çıkabilmiş Trabzon’dan. Anlaşılacağı gibi kültürel iklim, şiir iklimi önemli. Rize’nin öylesine insanı etkileyecek, insanları şiire yönlendirecek bir şiir iklimi olmamış, Özellikle Divan şiiri açısından böyle bu; ama öte yandan halk şiirinde çok başarılı bir kenttir Rize. Bakılsın o türkülere, tümü olağan üstüdür. Kitaplara geçmemiş birini yazayım buraya:
Haçan kaçacak bir kız
Yan basar ayağunu
İner ahıra çözmez
Siğirunun bağını
Çıkar yukarı kırar
Testinin tutağını
Anası nerden bilsin
Kızunun berağunu.
Bugün baktığınızda Rizeli insanların Türkiye’nin kültürel, ekonomik, politik hayatını belirlediğini görürsünüz. İyi şairleri var Rize’nin. Elbette, önemli olan Türkiye’nin, Dünyanın şairi olmaktır. Onlar da bunu yapıyor. Yerel kültürden evrensel kültüre gidiyorlar. Yaşar Kemal gibi…
M. KOTO: Yenibütüncü şiir manifestosunu yayımlayan şairlerden birisiniz. ‘’Her şiir bir öncekine ihtilal’’ olduğu gibi, acaba her manifesto da bir öncekine ihtilâl midir? Neler söylemek istersiniz?
V. ÇOLAK: Her sanat manifesto, yeni bir yaşam biçimi ve buna uygun bir gelecek tasarımı getirir ve önerir. Elbette bunun gereğini de yapar. Manifestolar ait oldukları ülkenin politik, ekonomik, estetik özelliklerini irdeleyerek; yanlışlara, yanılgılara karşı çıkarak olması gerekeni ortaya koyar. Eğer başarır da ekonomik, politik, estetik sorunların giderilmesini sağlarsa, o manifestonun da ömrü tamamlanmış olur. Yani ele alınan sorunlar varlığını sürdürdüğü kadardır manifestoların ömrü. Ekonomik, politik, estetik sorunlar başka bir biçimde yeniden ortaya çıktığında yeni manifestolar ortaya çıkabilir. Örneğin Sürrealizm manifestosu, koşullar gereği beş kez yazılmıştır.
M. KOTO: Yenibütüncü şiir manifestosunu bugün yayımlamış olsaydınız nasıl bir tepki alırdınız? Bugünün şiiriyle değerlendirirseniz, manifestoda neyi eksik ya da fazla görüyorsunuz. . Manifestoyu yayımladığınız günden bakarsanız bugününün şiiri çok mu postmodern gözüküyor? Ya da…
V. ÇOLAK: Yenibütüncü Manifesto hâlâ gündemde. Yani yeni yayımlanmış gibi. Ortaya koyduğu sorunlar henüz giderilmiş değil. Dileyen, dilediği tepkiyi verebilir. Bu tepkilerin ne olacağını bilemem; ama şu kadarını söyleyebilirim: Kimsenin estetik, politik, ekonomik sorunlar üzerine düşünmek gibi bir derdi yok. Oysa bir şiir ağırlığının olabilmesi için, bir düşünce ağırlığının olması gerekir. Nedense bu anlaşılamıyor. Böyle olunca da el yordamıyla yazılıyor şiirler. Analoji yapılarak yazılıyor. Bu nedenlerden ötürü de yazıldığı an ölen şiirler dolduruyor ortalığı. Tarihsel, kültürel, insanî derinliği olmayan şiirler. Yenibütüncü şiirin manifestosu bu konularda uyarıcı olmaya devam ediyor. Cemal Süreya’nın “Hepimiz Yenibütüncüyüz.” demesinin nedenleri iyi düşünülmeli kansındayım. Bu anlaşılmalı. Yoksa Türk şiiri daha iyi bir yere vardırılamaz. Düşmanınız bile yapsa, yapılan doğruysa ona sahip çıkmalı kişi. Türkiye’de böyle olmuyor. İğrenç bir kıskançlık var. Yenibütün de bu nedenle, iki yıl tartışılmasına karşın, kitleleşemedi. Kaçırılmış bir fırsat olduğunu düşünüyorum, ama hâlâ geç olmadığı kanısındayım.
M. KOTO: Sizce günümüz edebiyatında dostluk ve vefa sözcüklerinin yeri ne kadar sağlam gözüküyor? Şiir dışında hiç dostunuz oldu mu? (!) Veysel Çolak, birçok kişi için önemli bir isim. Özellikle sizi dost olarak gören kişilerin gözünde bu kadar çok değerli olmanızın nedenleri nelerdir?
V. ÇOLAK: Günümüz edebiyatında (şiirinde) bütünü kucaklayan dostluklardan söz edilemez. Tam bir parçalanmışlık yaşanıyor. Kimse kimseyi sevmiyor. Gettolar oluşmuş. Dar, şiire zarar ilişkilenmeler var sadece. Yazılan kitap tanıtma yazılarına, yapılan söyleşilere bakmak bile her şeyi açıklamaya yeter. Büyük çoğunluğu ısmarlamadır bu yazı ve söyleşiler. Yan yana olanlar birbirleriyle konuşup, birbirlerinin kitabı hakkında yazıyor. Kimse şiiri günü gününe izleyip tanımadığı, ama başarılı bulduğu, bulabileceği bir kitabı gündeme taşımıyor. Okunmadığı halde, kıskançlık nedeniyle, yeri geldikçe bir kitabı, bir şiiri kötülemekten de geri kalınmıyor. Açıklaması zor bir zavallılık bu. Nedense, hâlâ şiirin, edebiyatın bir iklim gereksindiği anlaşılmamış. Dost- düşman, bütün şairlerin bu iklimi oluşturmak gibi temel bir sorunu olmalı oysa. Yani herkesin amacı ülke şiirine çalışmak olmalı. Çünkü bir dilde büyük şiirler yazılabilmesi için gerekli bu. Herkes başarılı şiirler yazarsa, en yeteneklimiz daha büyük şiirler yazabilir. Anlaşılacağı üzere, gelme olasılığı bulunan o büyük şiire, o büyük şaire çalışmak gerekir. Budur şiir dostluğu. Bunu görememek üzüyor beni. Şiir benim dostum değil. İlişkimiz, Köroğlu’nun Kiziroğlu Mustafa’nınki gibi. Bazen o beni yeniyor, bazen ben onu. Bilmem kim gibi dostun olacağına, adam gibi düşmanın olsun denilir ya, öyle işte. Hayatta dostlarım var tabi. Kavgada arkamı koruyan dostlar bunlar. Arkadaş kelimesinin anlamı, arkamızı koruyan değil mi? Öyle işte. Beni değerli bulanlara sormalı, neden beni önemsediklerini.
Bir şey daha: şiir çevresi, kendimizi korumak zorunda olduğumuz bir çevre olmamalı.
M. KOTO: Birçok söyleşinizde aşktan bahsedilmiş. Aslında Veysel Çolak birçok kişiyi sevmiş diyebiliriz. Acaba birçok kişiyi tek bir kişide sevmek mümkün müdür? Birçok şiirinizde ‘’kadın’’ temasını kullanmışsınız. Aşk dışında, kadın sizin için neyi ifade ediyor?
V. ÇOLAK: 1970’li yıllarda, daha çok toplumcu gerçekçi bir şair olduğum söylendi. 1990’dan sonra da aşk şairine çıktı adımız. Bu yaklaşımların bütünüyle doğru olduğunu kabul etmem olanaksız. Ne desem boş. Çünkü insanların algılarını değiştirmek o kadar kolay değil. Gene de söylemiş olayım: hep, tarihsel, kültürel derinliğini gözeterek yaşanılanın şiirini yazmaya çalıştım. Günlük olanla, güncelle ya da günü boşlayıp tarihsel olanla sınırlamadım şiirimi. Zaten bu yapılmamalı. Çünkü hayat, hayatın bütün değerleri (kültür, politika, estetik…) artzamanlı olduğu kadar, eşzamanlı bir işlerlik gösterir. Benim şiir anlayışım, bu kavrayış üzerine kurulmuştur. Poetikamın belirleyici öğesidir bu. “Hayat kadar dağınık, hayat kadar örgütlüdür.” Her şiirimde ele aldığım izlekler, hayattan yalıtılmamıştır. Çünkü yaşanılan hiçbir şey diğer insandan, ekonomiden, politikadan, estetik anlayışlardan bağımsız değildir, olamaz da. Kadını anlatarak ekonomiyi, siyasi yapıyı, devlet ilişkilerini, tarihsel olanı da anlatabilirsiniz. Benim yaptığım bu. Öne çıkmış gibi görünen izlekler, ama bu yanıltıcı olmamalıdır. Ben, toplumu oluşturan her insanı; politik, kültürel, estetik işleyiş içerisinde yazdığımı düşünüyorum. Bunun kavranması, şiirlerimin daha iyi anlaşılmasını getirebilir.Ben kadında insanı seviyorum, kadında insanı anlamaya çalışıyorum. Kadında ekonomiyi, siyasi olanı anlamaya ve yazmaya çalışıyorum.
M. KOTO: Şiirini bilmediğiniz ya da şiir geçmişinden haberinizin olmadığı bir şairin arkasından konuşmak ne derece etiktir? Şiir dünyasında dedikodunun yeri olabilir mi? Edebiyatımızda çekememezlik de pek anlaşılır bir durum gibi görünmüyor. Özellikle şairler arasında bu çekememezliğin fazla olması ‘’şairler dünyayı kurtaracak’’ düşüncesini çürütmüş olmuyor mu? Sizin özelinizde gündeme getirilen işleyiş de pek hoş değil. Şiir Atölyesi çalışmalarınız, açtığınız şiir yarışmaları; çoğunlukla sizi hiç tanımayan, sizinle hiç karşılaşmamış kişiler tarafından eleştirilebiliyor, olumsuzlanıyor. Usta-çırak ilişkisini benimseyen bir şairsiniz. Günümüz edebiyat ortamını düşünürsek bu görevi sadece atölyeler üstlenmiş. Atölyeler dışında neler yapılabilir? Şiirin eskiye göre değersizleştirildiğini düşünürsek usta-çırak ilişkisi ne kadar önemlidir. Neler diyeceksiniz?
V. ÇOLAK: Dedikodu, her zaman çirkindir; her zaman daha çok dedikodu yapanı çirkinleştirir. Dedikodu yapanlara bakın, hemen göreceksiniz onların çirkinliklerini, başarısızlığını, verimsizliklerini. Biraz önce söyledim: şiir bir iklim sorunudur. Şairler bu iklimi yaratmak için çalışmalılar. Bir şair, öyle görünse de, kendine değil; eninde sonunda şiire çalışır, şiire çalışmalıdır. Bu açıdan bakıldığında şiirde, sanatta kıskançlık olmaz, olmamalı. Herkes bilmeli ki okyanus orda; ama herkes tası büyüklüğünde o okyanustan su alabilir. Kıskançlıkla, çekememezlikle büyümez o tas. Bu anlaşılsa, dedikodu yapacağı yerde, yeteneğini geliştirmek için çalışır. Bu, etik bir noktada da tutar şiir ilgilisini. Şiir tutkunuz, şiirin, şairlerin dünyayı kurtarabileceğini düşündürtüyor size. Yok öyle bir şey. Şiir, şair dünyayı kurtaramaz. Böyle bir iddiası da olmamalı. Ama İlhan Berk’in deyimiyle şiir, zor zamanlarında insanın elinden tutabilir; insanı yalnızlıktan, eksikliklerinden kurtarabilir.
Benim özel durumum “dinime söven, bari Müslüman olsa” sözüyle açıklanabilir. Benimle oturup bir çay içmemiş, beni uzaktan bile görmemiş; yazılarımı, şiirlerimi özümlememiş bazı zavallının arkadan konuştukları benim kulağıma da geliyor. Sadece tiksiniyorum bu tür insanlardan. Şiirin atölyesi olmaz deniliyor. Bu insanlar ne anlıyor atölyeden? Tamirhane mi sanıyorlar? Yoksa seri imalat yapan bir makine mi? Değil elbette. Benim ilgili olduğum şiir atölyesinde, şiir yazmak ve iyi bir şiiri okuyucusu olmak için gerekli olan bilgiler veriliyor. Bu nedenle şiir yazmak isteyenler kadar, şiir yazmayanlar da katılıyor bu çalışmalara. Hem, unutmamak gerekir ki masa yapmayı öğrenmek gibi, şiir yazmak da öğrenilen, öğrenilmesi gereken bir şeydir. Bu işleyiş içerisinde yetenek de eğitiliyor kuşkusuz. Giderek, eğitilmiş yetenek de iyi şiirler yazabiliyor zamanla. Böyle bakılsa sorun kalmayacak. Düzenlediğim yarışmalara gelince, Ülkü Tamer, Ahmet Oktay, Kemal Özer, Süreyya Berfe, İsmail Mert Başat, Aydın Afacan, Mustafa Durak, Nuri Demirci, Enver Ercan, Deniz Durukan… gibi adlara bakarak ne denli yanlış düşündüklerini, saygısızlık yaptıklarını anlayabilirler.
M. KOTO: Kitapsız ve de ödülsüz bir şairin Türk edebiyatında bir yer edinmesi mümkün müdür? Günümüz edebiyatı için soruyorum: Kitap ve ödül, bir şairi tamamlayan şeyler midir? Yoksa, şiirin süsü müdür? Bir açıklama yapar mısınız?
V. ÇOLAK: Günümüzde genç şair ödülü çok önemsiyor. Ödül almadan kitap çıkartmayı düşünmeyenler de var. Bu anlayışın bir hayli yaygın olduğu da söylenebilir. Hak etmediği halde parlatılan şairleri görünce, genç şairin algısı da bu yanılgı üzerinde gelişip pekişiyor. Ödül almak hoş olabilir. Ama en büyük ödül, şairin kendine verdiği ödüldür. Bütün şiir geleneğini özümleyip; yapılanları ve yapılmayanları saptayıp, kendi deneyimini oluşturan, yazılagelen şiire katkı olabilecek, şiir zincirine yeni bir halka ekleyen şair başarılıdır. Bu gerçekleştirildiğinde yazılan şiir; şairin aldığı en büyük ödüldür. Önemli olan da bu ödülü alabilmektir. Bu anlayışla oluşturulmuş kitap da öyle. Gene bu anlayışla düzenlenmiş bir ödülü kazanmak da güzeldir. Tamamlayıcıdır. Süs ve moda, dayanaksız parlatmalar, şiire ve şaire hiçbir şey katmaz. Hatta komik duruma düşürür şairi. Bunun çok örneği var Türk edebiyatında.
M. KOTO: Rize çıkışlı olan Şiir Dalı E-Dergi’nin özel sayısında sizin gibi Değerli Rizeli bir şairi ağırlamaktan mutluluk duyduk. Söyleşiniz için teşekkür ederiz. En son olarak neler söylemek istersiniz?
V. ÇOLAK: Türkiyeli, Rizeli olmaktan mutluyum; ama daha çok şiirin arkadaşı olmaktan mutluyum. Şiir yazarken özgürleşiyorum çünkü. Şiir yazarken özgürce düşünebiliyorum.
Ben teşekkür ederim.