Şu sıra
okuduğum Ursula K. Leguin’in “Yerdeniz Büyücüsü” isimli kitabında karşıma çıkan
cümlelerle yazar Sezai Sarıoğlu'nun “ Aşk Dediğin Haram Olur” isimli kitabının
yayımlanma sonrası süreci arasında bağ kurdum. Kitapların, hele de şiir
kitaplarının dünyanın ortasına fırlatıldıktan sonra kendi haline bile
bırakılmadan arka raflarda piyasa koşulları içinde savrulduğu bir süreçte Sezai
Sarıoğlu bu kitapla başka bir yolculuk gerçekleştiriyordu. Okurun yeniden,
şairin yeniden, günümüzde her geçen gün daha çok “artakalan” ilân edilen
şiir’in, söz'ün yeniden ve nihayetinde insan’ın yeniden şekillendiği bu süreçte
olup bitenleri “derdi olan aktif bir yolculuk” olarak isimlendiriyordum ben de
süreci yakından izleyen hatta yer yer bu muhabbetlerde sesine şiir katıp akıtan
birisi olarak...
Bu
yolculuğun amacı alışkın olduğumuz tanıtım turnelerinden çok farklıydı. Yazar
Sezai Sarıoğlu, “benim derdim devrimden çok!” demişti ve bu dertleri tek
tek içine döktüğü şiirlerinden çok bu şiirlerin ortaya çıkma nedenlerini
anlattığı yolculuğuna başlamıştı kitabın yayımlanmasını takiben.“Şiir manalı
bir tanışmadır” diyordu ve organik tanışmalar yaşıyordu gittiği her yeni
şehirde. Kavramlarla, mekanlarla, insanlarla ve en çok da belki de kendimizle
yeniden tanışmanın kıymetinden söz ediyordu usul usul.
İşte bugün okuduğum Ursula K. Leguin’in cümleleri ise bu süreç üzerinden
anlamlandırabileceğim başka bir düşünme şekliyle tanıştırdı beni. “Yerdeniz
Büyücüsü” isimli kitabında yazar kurduğu romanın örgüsü içinde, büyücü olmak
için çıktığı yolda amansız bir gölge ile savaşmak durumunda olan genç
kahramanımıza yaşamında hocalık yapan ilk bilge ustasını şu cümlelerle
konuşturuyordu: “Bir adam varmakta olduğu sonu bilir ama bir daha dönüp
dönmeyeceğini, ilk başladığı yere geri dönüp o başlangıcı benliğinde tutup
tutamayacağını bilemez. Eğer nehrin akıntısında döne döne sürüklenen bir çomak
değilse, o zaman nehrin kendisi olmak zorundadır; kaynadığı noktadan, denize
döküldüğü yere varasıya, tüm bir nehir…”
Birden fark ettim ki; Sarıoğlu'nun kitapla yaşadığı süreç “yolculuk” olarak
isimlendirilmenin çok ötesinde nehir olarak akılabileceğini yaşamak olarak da
okunabilir. İçinde olduğumuz koşullara teslim olan bir yerde atıl kalmak yerine
nehrin kendisi olup akmak… Her geçen gün zenginleşerek, çoğalarak çağıl çağıl
akmak hem de. Bu akış biçiminin bir parçası olup içinde yer almaktan kendi
adıma çok hoşnut olduğumu biliyordum, bu vesileyle yeniden bildim. Bir şiirinde
“çıkılacak inilecek derdiniz varsa/ o merhemdir/ anlam sürmeye heves/ günahı
boynunda sevaptır” demişti Sezai Sarıoğlu; merhemi bulmaya heveslendim
yeniden. Belki de kendi merhemimi bulmak için, kendimle yeniden “tanışmak” için
heveslendim, demeli… Sadece kendi nehrimi yaratmak için de değil üstelik,
kendi sesim özelinde binlerce yıldır kısık çıkan “dişil ses”i önce kendi içime,
sonra dışımdan geçirip tekrar içime akıtabileceğimi fark etmekten mutlandım.