Elbet vardır kendimizle uzlaşamadığımız
noktalarımız. İ. K.
Düşündüğüm öykü bu değil. Neden beynimin kıvrımlarında dolaşan öykü ile
dilimin kıvrımlarındaki öykü biribirini tutmaz? Beynim neden elime emretmez
düşündüklerini, yazması için? Durun bakalım, nereye vardıracak bu öykünün
cümleleri beni? Ben de merakla bekliyorum sonunu. Her zaman böyle oluyor. Neden
bilmem, okuduğum her öykünün sokağına yabancı kalışım... Kendimi bulamayışımdan
belki. Yazdım da kendimi buldum mu? Neredeee? Nerede ve ne zaman kaybettim
kendimi? Hiçbir fikrim yok! Hangi sokakta rastlaşacağız? Hangi öykünün buselik
makamında bilmiyorum. Bu yazılan, beni kapsamıyor yalnızca. Elinden yazmak
gelen herkesi ilgilendiriyor. Duruyorum bir caddede. Geçen arabaların
plakalarını ezberliyorum amaçsızca. Harflerinden adlar, sayılarından fallar
tutuyorum. Çıkamıyorum bir türlü plakaların kapsama alanından. Kulağıma çalınan
bu şarkı da nesi? Birden nereden peydah oldu? Bakınıyorum gözlerimin ulaştığı
her yere ve boynumun döndüğü her yana. Bedenim de bilinçaltı olarak
destekliyor. Hadi canım siz de, nereden bileceksiniz aklımdan geçenleri de deli
yaftasını yapıştırıyorsunuz üzerime. Hem o bana üç beden küçük geliyor.
Zincirlik deliyim ben! Üstelik saldırgan ve de zararlı çevresine. Kendisine de
zarar veren... Bilmediklerimi öğrenmek merakıyla baktım da çevremdeki
çocuklara, ne yaparsın zamane bunlar, sır saklar gibi sakladılar bildiklerini
benden. Seslerini kaçırdılar uçurtmaların canı gitmiş renklerine bağlayarak.
Acaba onlara can oldular mı? Canım, konu dağılmadı, hâlâ zincirimin zır kısmına
ulaşamadım. Evet, ne diyordum? Çocuklar diyordum. Uçurtmaların cansız
renklerine bağlayıp seslerini benden kaçırma pahasına onlara can olurlar mı
diyordum. O ara siz bana deli muamelesi yaptınız. Evet, yaptınız. Ben kendim
şahit oldum bu olaya. Bütün hücrelerimle üzüldüm. Evet, bozulan nöronlarımla
sonsuz kere üzüldüm. Üzdünüz ve kırdınız nöronlarımın en nazik yerlerini.
Tamam, sizin de sinirleriniz gerildi, farkındayım. Olsun, gerginlik kırışık
olmaktan iyidir her zaman. Çocuklara dönelim isterseniz? İster misiniz? Hadi
bana bir çocukluk anınızı anlatın. Sütun gibi bacaklara dolanık... Zikzaklarla
gelsin. Dolaşık... Bunca açıklamadan sonra siz, oturalım oturduğumuz yerde
diyorsunuz. Kargaya eşlik edelim kahvaltısında. Yine de yemeden ağzımızı
şapırdatarak. Bu bozuk kurgulu öyküde ne işimiz var, bile diyorsunuz! Duydum,
evet, duydum. Sezgilerimin oltasına takıldı bir büyük kaçak duyum. Bir büyük
deyince rakı geldi aklıma. Korkmayın, sarhoş değilim. Olmadım hiç hayatımda.
Nasıl bir duygudur, bilmem. Ama sarhoşlar nasıldır, bilirim. Kısacası unutkan!
Geçici alzahimmer hastası diye düşünüyorum onları. Belki ruhlar âleminin
kapısında kalan ziyaretçi. Durun! Bırakmayın okumayı. Daha yeni başladık. Sait
Faik ne demişti? "Yazmasam deli olacaktım!" Ya ben? Yazdım da delirmedim mi? Zincirini de
sürüyen prangasını eskiten aklını özlerken?
Hadi
siz başlayın anılarınızı anlatmaya, ben dinlemeye yetişirim. Söz, dinleyeceğim.
Hem canımı kulağıma takıp dinleyeceğim. Hadiii! Siz, sağdaki sarışın bayan!
Hayatın fırtınalı denizinde yalpalayıp duran evlilik sandalından düşen
altmışlık bayan! Evet, evet, siz! Bakın yetiştim çocukluk anınızın girişine.
Bir gün, dediniz. Ne oldu o gün? O bir gün? Nee olduu? Hadi ama anlatın!
Sözünüzü bölmem hevesinizi mi kırdı yoksa? Bağışlayın beni. Biraz densiz yanım
vardır. Anlıyorum. Bir gün üvey babanız size iyi davrandığında çok mutlu
oldunuz. Oysa onun amacı farklıydı. Kirli elleri vardı her daim. Bir gün, hani
o malum gün, kiri bulaştı ellerinin yeni sivrilen bedeninize, sadece bedeniniz
kirlenmemişti ellerinden, ruhunuz ve benliğiniz de kirlendi. Yapmayın, rica
ederim. Üzdünüz beni. Okuyanları da elbet. Ben anı anlatın derken bu kadar
dramatik şeyler istememiştim. Bu öyküye dram yakışmaz ki… Bir dönüp okuyun
hele. Sizi dramınızla baş başa bıraksak bir akşam intihar yemeği yer miydiniz?
Yoksa size hayat teklifinde mi bulundu çıktığınızda? Hâlâ hayatta olduğunuza
göre... Mutlaka. Kesinlikle! Siz! Kızıl saçlı, çilleri olan bayım! Bakışlarınız
neden bayıldı? Şehvet durağına mı yaklaştınız yoksa üvey babanın kirli
elleriyle? Yapmayın, rica ederim. Aldırmayın siz, anlamadım alkolden
bayıldığınızı gözlerinizin. O zaman size göre daha fazla zincirlik bir, aman
aman, iki deliyim. Anlatın anınızı. Çift olmasın yalnız. Eko yapmasın
sözleriniz kendi gırtlağınızdan. Demek şair ... hayranısınız. Hiç mutlu
olmadım. Hiç özel biri değildir bana kalırsa. Sevdiğim birkaç şiiri dışında…
Benim sahil kenarında, laf, sahilin ortasında yerleşim olur mu, olur olur, ya
adaysa, bir tanıdığım vardı. Çok severdi o şairi. Onu anlatıyormuş şiirleri.
Soğuk düş etkisi yapmıştı bende. Bir daha rüyalarımda görmemiştim o tanıdığımı.
Sadece hayatımdan değil her yerimden kovmuştum.
Peki… Pekiii, kızmayın. Sustum. Sizi de dinleyeceğim. Babanızın
akşamları işten gelişini bütün özleyen gözlerle beklerdiniz beş kardeş öyle mi?
Ve yemekten sonra kahveye gitmemesi için kunduralarını mı saklardınız? Kızmaz
mıydı babanız? Benim babam olsa öfkelenirdi. Ne hoş bir anı. Teşekkür ederim,
çilleriniz kadar renklendirdiniz duygu dünyamızın gökkuşağını.
Ve siz, kabarık kıvırcık saçlı bayan,
hani hiç gülesiniz yoktu? Hiç durmaksızın kahkahalar atıp biraz nefes aldıktan
sonra da bu sözü sarf ediyorsunuz. İlginç birisiniz anladığım kadarıyla. Sizin
çocukluk anınız yok mu? Kesinlikle vardır ve komiktir. Mahalleye ilk
taşındığınız zamanlar, öyle mi? Evinizde su yoktu demek. Peki, susuz nasıl
yapıyordunuz işlerinizi? Anladım, mahalleye su tankeri gelirdi ve mahalleli
kuyruk olurdu. Ya da biraz uzak olan bir semte eşşekle su almaya giderdiniz. O
zaman mı kavga ettiniz? Su sırasında mı? Sizden büyük olan çocuklar sıranızı mı
almak istediler? Hepsini dövüp üst üste mi yığdınız? Oysa pek cılız
görünüyorsunuz, sayın bayan. Demek size pek bulaşmamak gerek. Neme lazım. Bir
anı daha mı anlatacaksınız? Elbette. Anneniz ve ablalarınız işe gittiğinde siz
evde kalıp elinize saç fırçasını alıp şarkı mı söylerdiniz? Hayaller mi
kurardınız şarkıcı olduğunuza dair? Genelde şarkı söylemeyi seven her çocuk
yapar bunu değil mi? Peki, bize bir şarkı söyler miydiniz? Hangi şarkıyı mı
isterim? Bir düşüneyim. Hoplayıver
çekirge, zıplayıver çekirge... adlı türküyü istesem sizden? Kabul etmenize çok
sevindim. Ooo... Çok sağ olun.
"Çekirgeyi
salıverdim yazıya yazıya
Ot koymadı koyun ile kuzuya kuzuya
Hoplayıver çekirge
Zıplayıver çekirge
Bıdı bıdı bıdı bıdı çekirge..."
Tekrar sağ olun. Söylemeden
geçemeyeceğim. Şairlerimizden Bedri Rahmi Eyuboğlu ne demiş? "Nerede bir
köy türküsü duysam şairliğimden utanırım!" Sizi güçlü kollarınızla, güzel
sesinizle kavgalardan olabildiğince hatta hiç bulaşmadan, uzak kalarak
anılarınızın melodisinden alıp bugüne yolculuyoruz.
Kıpır
kıpır olan ve kıkır kıkır gülen genç kız! Sizin vardır mutlaka bir çocukluk
anınız. İlkokul ikinci sınıfa gittiğiniz sene yani? Yılbaşındaki aile
toplantınızda teyze oğlunuz sınıfın en çalışkanı kim diye sordu, evet.
Söylediniz: "Gözde." Nerede oturuyor, dedi. "En önde."
Sınıfın en tembeli kim, dedi. "Veli." dediniz. Nerede oturuyor, dedi.
"En arkada." Sen nerede
oturuyorsun? "Onun arkasında!" dediniz. Ev halkı kopuyor sizin aranızda
geçen bu diyaloğa. Bağlamak zor oluyor eskiyen yıl ile yeni yılı. Her biri bağımsızlık savaşı veren özel anlar
getiriyor. Sağ olun. Renk kattınız en arkanın arkasından! Gerçekten fıkra
gibisiniz. Karadeniz'e yakın mı memleketiniz? Evet... Susmayın ama lütfen.
Sanırım, gülme kriziniz geçince yanıtlayacaksınız... Her gülüşünüze sevgiler…
Banka
reklamlarından fırlamanın sevinciyle bakan kıvırcık saçlı, yüzü sivilceli delikanlı! Sizi kastettim. Sizden de bir anı
bekliyoruz. Genç arkadaşımıza bir cesaret alkışı alalım. Bu kadar yeter. Sağ
olun. Efendim, duyamadım. Bir gün anneniz ve babanız ile parka gittiniz. Ne
güzel. Mutlu bir aile tablosu. Çok sevindim adınıza. Elbette, buyurun, devam
edin. Sonra ne oldu? Kaydırakların başına geldiğinizde kaymadınız, öyle mi?
Neden? Anneniz, hadi oğlum, kay görelim, dedi. Siz ne dediniz, peki? Neee! Bu
kaydırak pembe kızların kaydırağı, bana ne, kaymam mı dediniz? İlginç bir
toplumsal sorun. Sonuçta parktaki oyuncaklar her çocuk için. Kaç yaşındaydınız
o zaman? Dört mü? Dört demek. Anlıyorum. O yaşta çocuklarda cinsel gelişim
oluşmaya başlar ve karşı cinse üstünlük kurulmaya çalışılır. Hoş, ülkemizde
hâlâ çifte standart uygulanıyor. Ayrıca birçok erkek çocuğumuz hayatın hep iç
karartan renklerine zorunlu kılınıyor. Ne kötü. Sağ olasın, delikanlı. Umarım,
bundan sonraki hayatınızda, pembe de dahil, tatlı ve hoş renklerle
karşılaştığınızda geri dönmemeniz ve renkleri çürütmemeniz dileğiyle...
Hulusi Kentmen'e benzeyen bey amca, gülerken bıyıklarınız oynuyor. Ne
sevimlisiniz öyle. Sizin bir anınız var mı? Anneniz tarlaya gittiğinde size
toprağa sapladığı kamışların üzerine çarşaftan gölgelik yapıyordu ve sizi oraya
oturtuyordu demek? Çocukluğunuz köyde geçti yani? Ne kadar şanslısınız. Çok
güzel. Biz şehirde büyüdük. Tamam... Tamam, sustum, pala bıyıklı bey amca.
Sonra? Önünüze bir kâse de sütün içine doğranmış ekmek mi bırakıyordu ve çapaya
mı gidiyordu yani? İnanmıyorum. Kaç yaşındaydınız? İki ya da üç yaşında mı? Çok
küçükmüşsünüz. Evet, devam edin. Neee, yılan mı? Susun bir dakika, duyamıyorum
bey amcayı. Yılan ne yaptı? Zarar verdi mi size? Anneniz neredeydi? Görmedi mi?
Kusura bakmayın bey amca, bir an panikledim. Sustum, söz. Hımm... Önünüzdeki
kâsedeki süte doğranan ekmeğe yanaştı demek? Sütünden içmeye başladı, öyle mi?
Her öğlen mi geliyordu yılan? Siz de çocuk aklıyla yılanı kafasından tutup
"Hep mamasından, hep mamasından, biraz da papasından ye!" dediniz.
Sizin konuşmanızı duyan anneniz o zaman mı gördü ilk kez yılanın sizin yanınıza
geldiğini? Anlıyorum. Sözlerinizden çıkardı yani her gün yanınıza yılanın
geldiğini. Panikle koşup geldi yanınıza demek? Evet, çok duymuştum
anneannemden, köylerde yılanlar süt kokan çocukların yanına gelirmiş. Hatta
ahırlara girip ineklerin ve koyunların memelerinden süt emdiğini… Çok geçmiş
olsun. Geçmiş gerçi, en az bir altmış yıl… Daha bitmedi mi? Yaşasın, bir anı
daha mı anlatacaksınız? Bu sefer daha mı büyüktünüz? Anladım, dört
yaşlarındaydınız. Köy sokaklarında her tuttuğunuz yılanı, ayy yine mi yılan,
anaaa, bak gayış buldum diye sallaya sallaya eve mi giderdiniz? Çok
cesurmuşsunuz. Size bundan sonraki hayatınızda yılansız anılar diliyor ve
ekliyorum, umarım, o yılanlar bir gün sizden öç almazlar. Hoşluklarla kalınız.
Siz
başörtülü esmer teyze, hadi sizden de bir anı dinleyelim çocukluğunuza dair.
Afyonlusunuz, öyle mi? Cildiniz onun için canlı ve kaymak gibi. Anneniz, erkek
çocuklarına düşkündü yöre kültürüyle, anladım. Ayrım yapardı yemeklerinizde. En
güzel ve en çok ağabeyinize verilirdi, öyle mi? Ne yazık ki ülkemin acı gerçeği
ve en büyük yanlışı… Yaşlanıp hasta olduğunda da genelde kız evlatlar bakar
ailelerine. Sütün kaymağı biriktirilir, sucuk ve pastırmalar, kuru yemişler,
şekerler ağabeyinize verilirdi çok çok demek? İstediğinizde de vermezdi size,
öyle mi? Karşısına geçip yutkunur muydunuz? İlahi, siz çok yaşayın e mi? İçten
içe öfkeleniyordunuz yani? Eh, bunca ayrımdan sonra nasıl öfkelenmez insan? Bir
gün anneniz yine sütün kaymaklarını biriktirip üzerine de şeker döküp
ağabeyinize mi verdi? Size yok muydu? Usulca, bağdaş kurup sofra bezini
dizlerinize çektiniz, ağabeyinizin yanına yaklaştınız ve yalvarmaya mı
başladınız? Bir yandan da yutkunuyordunuz, öyle mi? En sonunda bir lokma almak
için ağabeyinizi ikna ettiniz. Merhamete gelmiş ağabeyiniz. Tamam, dinliyorum.
Ekmeğin köşesini koparıp bir seferde ne kadar çok alabilirim hesabını mı
yapmaya başladınız? Ekmeği güzelce açtırıp kaymağın bir tarafından başlayıp
sıyırıp hepsini mi aldınız? Hahahahaa... Âlemsiniz doğrusu. Ama bu cezayı hak
etmiş daha önce hiç size vermemekle. E, sonra? Ağabeyiniz şaşkın bir halde
"Anaa..." diyerek parmağı ağzında kala mı kaldı? Görür gibi oldum.
Bir de sucukları kollarına bilezik gibi takıp sokaklarda mı dolaşırdı?
Gerçekten ilginç bir ağabeyiniz varmış. Bütün çocukluk hayatınız boyunca böyle
bir ağabeyi çekmeniz büyük şanssızlık. Ve öyle ayrımcı bir anneyi de doğrusu…
Bundan sonraki hayatınızda eşit davranılmanız dileğiyle. Korumayın canım,
kardeşinizi ve annenizi. Ne yani, ben yanlış mı anladım? Ne diyorsanız ona göre
anladım. Peki, peki, siz nasıl isterseniz öyle olsun. Hoşça kalın tekrar.
Minyon tipli kumral kız, gözleriniz çakmak çakmak, kaşlarınız çatık.
Neden kızgınsınız? Anılardan mı sıkıldınız? Ben de sıkıldım. Hadi biraz da siz
sıkın bizi. Bebekken, nasıl hatırlıyorsunuz, ilginç… Evet, anneniz çamaşır
yıkamıştı. Annneanneniz çamaşırları sererken bakmış ki sizin çorabınızın teki
yok. Annenize sorunca siz de parka gitti mi dediniz? Çocukluktan, bağışlayın
bebeklikten, şakacısınız demek. Hayata ironik bakışınız daim olsun. Çok
gerekecek. Çok gerekecek. Çokkk... Gerekecekkkk... Çokkk... Çokkk...
Bir
uğultuyla kendime geldim. Doktor, hastalarını toplamış etrafına. Bir de baktım,
ben de içlerindeyim. Bu terapiye ne diye geldiğimi düşünüyorum bir yandan, bir
yandan da anı dinliyorum. Her soluk alınan an anı oluyor. Elimdeki öykü
kitabını fırlatıyorum koltuğa. "Böyle öykü mü olur?" Evet, buldum!
Yazmak istediğim öyküleri bir türlü yazamadığım için çıldırmıştım. Sırtımda
yaftamın ağırlığını duyuyorum bir süre. Deli miyim neyim?