Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

AKIL RENGİMDEKİ DESENLER - İLKNUR KARACASU






                                   Elbet vardır kendimizle uzlaşamadığımız noktalarımız. İ. K.
       

Düşündüğüm öykü bu değil. Neden beynimin kıvrımlarında dolaşan öykü ile dilimin kıvrımlarındaki öykü biribirini tutmaz? Beynim neden elime emretmez düşündüklerini, yazması için? Durun bakalım, nereye vardıracak bu öykünün cümleleri beni? Ben de merakla bekliyorum sonunu. Her zaman böyle oluyor. Neden bilmem, okuduğum her öykünün sokağına yabancı kalışım... Kendimi bulamayışımdan belki. Yazdım da kendimi buldum mu? Neredeee? Nerede ve ne zaman kaybettim kendimi? Hiçbir fikrim yok! Hangi sokakta rastlaşacağız? Hangi öykünün buselik makamında bilmiyorum. Bu yazılan, beni kapsamıyor yalnızca. Elinden yazmak gelen herkesi ilgilendiriyor. Duruyorum bir caddede. Geçen arabaların plakalarını ezberliyorum amaçsızca. Harflerinden adlar, sayılarından fallar tutuyorum. Çıkamıyorum bir türlü plakaların kapsama alanından. Kulağıma çalınan bu şarkı da nesi? Birden nereden peydah oldu? Bakınıyorum gözlerimin ulaştığı her yere ve boynumun döndüğü her yana. Bedenim de bilinçaltı olarak destekliyor. Hadi canım siz de, nereden bileceksiniz aklımdan geçenleri de deli yaftasını yapıştırıyorsunuz üzerime. Hem o bana üç beden küçük geliyor. Zincirlik deliyim ben! Üstelik saldırgan ve de zararlı çevresine. Kendisine de zarar veren... Bilmediklerimi öğrenmek merakıyla baktım da çevremdeki çocuklara, ne yaparsın zamane bunlar, sır saklar gibi sakladılar bildiklerini benden. Seslerini kaçırdılar uçurtmaların canı gitmiş renklerine bağlayarak. Acaba onlara can oldular mı? Canım, konu dağılmadı, hâlâ zincirimin zır kısmına ulaşamadım. Evet, ne diyordum? Çocuklar diyordum. Uçurtmaların cansız renklerine bağlayıp seslerini benden kaçırma pahasına onlara can olurlar mı diyordum. O ara siz bana deli muamelesi yaptınız. Evet, yaptınız. Ben kendim şahit oldum bu olaya. Bütün hücrelerimle üzüldüm. Evet, bozulan nöronlarımla sonsuz kere üzüldüm. Üzdünüz ve kırdınız nöronlarımın en nazik yerlerini. Tamam, sizin de sinirleriniz gerildi, farkındayım. Olsun, gerginlik kırışık olmaktan iyidir her zaman. Çocuklara dönelim isterseniz? İster misiniz? Hadi bana bir çocukluk anınızı anlatın. Sütun gibi bacaklara dolanık... Zikzaklarla gelsin. Dolaşık... Bunca açıklamadan sonra siz, oturalım oturduğumuz yerde diyorsunuz. Kargaya eşlik edelim kahvaltısında. Yine de yemeden ağzımızı şapırdatarak. Bu bozuk kurgulu öyküde ne işimiz var, bile diyorsunuz! Duydum, evet, duydum. Sezgilerimin oltasına takıldı bir büyük kaçak duyum. Bir büyük deyince rakı geldi aklıma. Korkmayın, sarhoş değilim. Olmadım hiç hayatımda. Nasıl bir duygudur, bilmem. Ama sarhoşlar nasıldır, bilirim. Kısacası unutkan! Geçici alzahimmer hastası diye düşünüyorum onları. Belki ruhlar âleminin kapısında kalan ziyaretçi. Durun! Bırakmayın okumayı. Daha yeni başladık. Sait Faik ne demişti? "Yazmasam deli olacaktım!"  Ya ben? Yazdım da delirmedim mi? Zincirini de sürüyen prangasını eskiten aklını özlerken?

Hadi siz başlayın anılarınızı anlatmaya, ben dinlemeye yetişirim. Söz, dinleyeceğim. Hem canımı kulağıma takıp dinleyeceğim. Hadiii! Siz, sağdaki sarışın bayan! Hayatın fırtınalı denizinde yalpalayıp duran evlilik sandalından düşen altmışlık bayan! Evet, evet, siz! Bakın yetiştim çocukluk anınızın girişine. Bir gün, dediniz. Ne oldu o gün? O bir gün? Nee olduu? Hadi ama anlatın! Sözünüzü bölmem hevesinizi mi kırdı yoksa? Bağışlayın beni. Biraz densiz yanım vardır. Anlıyorum. Bir gün üvey babanız size iyi davrandığında çok mutlu oldunuz. Oysa onun amacı farklıydı. Kirli elleri vardı her daim. Bir gün, hani o malum gün, kiri bulaştı ellerinin yeni sivrilen bedeninize, sadece bedeniniz kirlenmemişti ellerinden, ruhunuz ve benliğiniz de kirlendi. Yapmayın, rica ederim. Üzdünüz beni. Okuyanları da elbet. Ben anı anlatın derken bu kadar dramatik şeyler istememiştim. Bu öyküye dram yakışmaz ki… Bir dönüp okuyun hele. Sizi dramınızla baş başa bıraksak bir akşam intihar yemeği yer miydiniz? Yoksa size hayat teklifinde mi bulundu çıktığınızda? Hâlâ hayatta olduğunuza göre... Mutlaka. Kesinlikle! Siz! Kızıl saçlı, çilleri olan bayım! Bakışlarınız neden bayıldı? Şehvet durağına mı yaklaştınız yoksa üvey babanın kirli elleriyle? Yapmayın, rica ederim. Aldırmayın siz, anlamadım alkolden bayıldığınızı gözlerinizin. O zaman size göre daha fazla zincirlik bir, aman aman, iki deliyim. Anlatın anınızı. Çift olmasın yalnız. Eko yapmasın sözleriniz kendi gırtlağınızdan. Demek şair ... hayranısınız. Hiç mutlu olmadım. Hiç özel biri değildir bana kalırsa. Sevdiğim birkaç şiiri dışında… Benim sahil kenarında, laf, sahilin ortasında yerleşim olur mu, olur olur, ya adaysa, bir tanıdığım vardı. Çok severdi o şairi. Onu anlatıyormuş şiirleri. Soğuk düş etkisi yapmıştı bende. Bir daha rüyalarımda görmemiştim o tanıdığımı. Sadece hayatımdan değil her yerimden kovmuştum.  Peki… Pekiii, kızmayın. Sustum. Sizi de dinleyeceğim. Babanızın akşamları işten gelişini bütün özleyen gözlerle beklerdiniz beş kardeş öyle mi? Ve yemekten sonra kahveye gitmemesi için kunduralarını mı saklardınız? Kızmaz mıydı babanız? Benim babam olsa öfkelenirdi. Ne hoş bir anı. Teşekkür ederim, çilleriniz kadar renklendirdiniz duygu dünyamızın gökkuşağını. 

   
Ve siz, kabarık kıvırcık saçlı bayan, hani hiç gülesiniz yoktu? Hiç durmaksızın kahkahalar atıp biraz nefes aldıktan sonra da bu sözü sarf ediyorsunuz. İlginç birisiniz anladığım kadarıyla. Sizin çocukluk anınız yok mu? Kesinlikle vardır ve komiktir. Mahalleye ilk taşındığınız zamanlar, öyle mi? Evinizde su yoktu demek. Peki, susuz nasıl yapıyordunuz işlerinizi? Anladım, mahalleye su tankeri gelirdi ve mahalleli kuyruk olurdu. Ya da biraz uzak olan bir semte eşşekle su almaya giderdiniz. O zaman mı kavga ettiniz? Su sırasında mı? Sizden büyük olan çocuklar sıranızı mı almak istediler? Hepsini dövüp üst üste mi yığdınız? Oysa pek cılız görünüyorsunuz, sayın bayan. Demek size pek bulaşmamak gerek. Neme lazım. Bir anı daha mı anlatacaksınız? Elbette. Anneniz ve ablalarınız işe gittiğinde siz evde kalıp elinize saç fırçasını alıp şarkı mı söylerdiniz? Hayaller mi kurardınız şarkıcı olduğunuza dair? Genelde şarkı söylemeyi seven her çocuk yapar bunu değil mi? Peki, bize bir şarkı söyler miydiniz? Hangi şarkıyı mı isterim? Bir düşüneyim.  Hoplayıver çekirge, zıplayıver çekirge... adlı türküyü istesem sizden? Kabul etmenize çok sevindim. Ooo... Çok sağ olun.

 "Çekirgeyi salıverdim yazıya yazıya

   Ot koymadı koyun ile kuzuya kuzuya
   Hoplayıver çekirge
   Zıplayıver çekirge
   Bıdı bıdı bıdı bıdı çekirge..."



     
Tekrar sağ olun. Söylemeden geçemeyeceğim. Şairlerimizden Bedri Rahmi Eyuboğlu ne demiş? "Nerede bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım!" Sizi güçlü kollarınızla, güzel sesinizle kavgalardan olabildiğince hatta hiç bulaşmadan, uzak kalarak anılarınızın melodisinden alıp bugüne yolculuyoruz.

     
Kıpır kıpır olan ve kıkır kıkır gülen genç kız! Sizin vardır mutlaka bir çocukluk anınız. İlkokul ikinci sınıfa gittiğiniz sene yani? Yılbaşındaki aile toplantınızda teyze oğlunuz sınıfın en çalışkanı kim diye sordu, evet. Söylediniz: "Gözde." Nerede oturuyor, dedi. "En önde." Sınıfın en tembeli kim, dedi. "Veli." dediniz. Nerede oturuyor, dedi. "En arkada."  Sen nerede oturuyorsun? "Onun arkasında!" dediniz. Ev halkı kopuyor sizin aranızda geçen bu diyaloğa. Bağlamak zor oluyor eskiyen yıl ile yeni yılı.  Her biri bağımsızlık savaşı veren özel anlar getiriyor. Sağ olun. Renk kattınız en arkanın arkasından! Gerçekten fıkra gibisiniz. Karadeniz'e yakın mı memleketiniz? Evet... Susmayın ama lütfen. Sanırım, gülme kriziniz geçince yanıtlayacaksınız... Her gülüşünüze sevgiler…
     
Banka reklamlarından fırlamanın sevinciyle bakan kıvırcık saçlı, yüzü sivilceli  delikanlı! Sizi kastettim. Sizden de bir anı bekliyoruz. Genç arkadaşımıza bir cesaret alkışı alalım. Bu kadar yeter. Sağ olun. Efendim, duyamadım. Bir gün anneniz ve babanız ile parka gittiniz. Ne güzel. Mutlu bir aile tablosu. Çok sevindim adınıza. Elbette, buyurun, devam edin. Sonra ne oldu? Kaydırakların başına geldiğinizde kaymadınız, öyle mi? Neden? Anneniz, hadi oğlum, kay görelim, dedi. Siz ne dediniz, peki? Neee! Bu kaydırak pembe kızların kaydırağı, bana ne, kaymam mı dediniz? İlginç bir toplumsal sorun. Sonuçta parktaki oyuncaklar her çocuk için. Kaç yaşındaydınız o zaman? Dört mü? Dört demek. Anlıyorum. O yaşta çocuklarda cinsel gelişim oluşmaya başlar ve karşı cinse üstünlük kurulmaya çalışılır. Hoş, ülkemizde hâlâ çifte standart uygulanıyor. Ayrıca birçok erkek çocuğumuz hayatın hep iç karartan renklerine zorunlu kılınıyor. Ne kötü. Sağ olasın, delikanlı. Umarım, bundan sonraki hayatınızda, pembe de dahil, tatlı ve hoş renklerle karşılaştığınızda geri dönmemeniz ve renkleri çürütmemeniz dileğiyle...
      
Hulusi Kentmen'e benzeyen bey amca, gülerken bıyıklarınız oynuyor. Ne sevimlisiniz öyle. Sizin bir anınız var mı? Anneniz tarlaya gittiğinde size toprağa sapladığı kamışların üzerine çarşaftan gölgelik yapıyordu ve sizi oraya oturtuyordu demek? Çocukluğunuz köyde geçti yani? Ne kadar şanslısınız. Çok güzel. Biz şehirde büyüdük. Tamam... Tamam, sustum, pala bıyıklı bey amca. Sonra? Önünüze bir kâse de sütün içine doğranmış ekmek mi bırakıyordu ve çapaya mı gidiyordu yani? İnanmıyorum. Kaç yaşındaydınız? İki ya da üç yaşında mı? Çok küçükmüşsünüz. Evet, devam edin. Neee, yılan mı? Susun bir dakika, duyamıyorum bey amcayı. Yılan ne yaptı? Zarar verdi mi size? Anneniz neredeydi? Görmedi mi? Kusura bakmayın bey amca, bir an panikledim. Sustum, söz. Hımm... Önünüzdeki kâsedeki süte doğranan ekmeğe yanaştı demek? Sütünden içmeye başladı, öyle mi? Her öğlen mi geliyordu yılan? Siz de çocuk aklıyla yılanı kafasından tutup "Hep mamasından, hep mamasından, biraz da papasından ye!" dediniz. Sizin konuşmanızı duyan anneniz o zaman mı gördü ilk kez yılanın sizin yanınıza geldiğini? Anlıyorum. Sözlerinizden çıkardı yani her gün yanınıza yılanın geldiğini. Panikle koşup geldi yanınıza demek? Evet, çok duymuştum anneannemden, köylerde yılanlar süt kokan çocukların yanına gelirmiş. Hatta ahırlara girip ineklerin ve koyunların memelerinden süt emdiğini… Çok geçmiş olsun. Geçmiş gerçi, en az bir altmış yıl… Daha bitmedi mi? Yaşasın, bir anı daha mı anlatacaksınız? Bu sefer daha mı büyüktünüz? Anladım, dört yaşlarındaydınız. Köy sokaklarında her tuttuğunuz yılanı, ayy yine mi yılan, anaaa, bak gayış buldum diye sallaya sallaya eve mi giderdiniz? Çok cesurmuşsunuz. Size bundan sonraki hayatınızda yılansız anılar diliyor ve ekliyorum, umarım, o yılanlar bir gün sizden öç almazlar. Hoşluklarla kalınız.
    
Siz başörtülü esmer teyze, hadi sizden de bir anı dinleyelim çocukluğunuza dair. Afyonlusunuz, öyle mi? Cildiniz onun için canlı ve kaymak gibi. Anneniz, erkek çocuklarına düşkündü yöre kültürüyle, anladım. Ayrım yapardı yemeklerinizde. En güzel ve en çok ağabeyinize verilirdi, öyle mi? Ne yazık ki ülkemin acı gerçeği ve en büyük yanlışı… Yaşlanıp hasta olduğunda da genelde kız evlatlar bakar ailelerine. Sütün kaymağı biriktirilir, sucuk ve pastırmalar, kuru yemişler, şekerler ağabeyinize verilirdi çok çok demek? İstediğinizde de vermezdi size, öyle mi? Karşısına geçip yutkunur muydunuz? İlahi, siz çok yaşayın e mi? İçten içe öfkeleniyordunuz yani? Eh, bunca ayrımdan sonra nasıl öfkelenmez insan? Bir gün anneniz yine sütün kaymaklarını biriktirip üzerine de şeker döküp ağabeyinize mi verdi? Size yok muydu? Usulca, bağdaş kurup sofra bezini dizlerinize çektiniz, ağabeyinizin yanına yaklaştınız ve yalvarmaya mı başladınız? Bir yandan da yutkunuyordunuz, öyle mi? En sonunda bir lokma almak için ağabeyinizi ikna ettiniz. Merhamete gelmiş ağabeyiniz. Tamam, dinliyorum. Ekmeğin köşesini koparıp bir seferde ne kadar çok alabilirim hesabını mı yapmaya başladınız? Ekmeği güzelce açtırıp kaymağın bir tarafından başlayıp sıyırıp hepsini mi aldınız? Hahahahaa... Âlemsiniz doğrusu. Ama bu cezayı hak etmiş daha önce hiç size vermemekle. E, sonra? Ağabeyiniz şaşkın bir halde "Anaa..." diyerek parmağı ağzında kala mı kaldı? Görür gibi oldum. Bir de sucukları kollarına bilezik gibi takıp sokaklarda mı dolaşırdı? Gerçekten ilginç bir ağabeyiniz varmış. Bütün çocukluk hayatınız boyunca böyle bir ağabeyi çekmeniz büyük şanssızlık. Ve öyle ayrımcı bir anneyi de doğrusu… Bundan sonraki hayatınızda eşit davranılmanız dileğiyle. Korumayın canım, kardeşinizi ve annenizi. Ne yani, ben yanlış mı anladım? Ne diyorsanız ona göre anladım. Peki, peki, siz nasıl isterseniz öyle olsun. Hoşça kalın tekrar.
     
Minyon tipli kumral kız, gözleriniz çakmak çakmak, kaşlarınız çatık. Neden kızgınsınız? Anılardan mı sıkıldınız? Ben de sıkıldım. Hadi biraz da siz sıkın bizi. Bebekken, nasıl hatırlıyorsunuz, ilginç… Evet, anneniz çamaşır yıkamıştı. Annneanneniz çamaşırları sererken bakmış ki sizin çorabınızın teki yok. Annenize sorunca siz de parka gitti mi dediniz? Çocukluktan, bağışlayın bebeklikten, şakacısınız demek. Hayata ironik bakışınız daim olsun. Çok gerekecek. Çok gerekecek. Çokkk... Gerekecekkkk... Çokkk... Çokkk...

    
Bir uğultuyla kendime geldim. Doktor, hastalarını toplamış etrafına. Bir de baktım, ben de içlerindeyim. Bu terapiye ne diye geldiğimi düşünüyorum bir yandan, bir yandan da anı dinliyorum. Her soluk alınan an anı oluyor. Elimdeki öykü kitabını fırlatıyorum koltuğa. "Böyle öykü mü olur?" Evet, buldum! Yazmak istediğim öyküleri bir türlü yazamadığım için çıldırmıştım. Sırtımda yaftamın ağırlığını duyuyorum bir süre. Deli miyim neyim?