Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

MURATHAN ÇARBOĞA İLE SÖYLEŞİ



                              YAZGIYA VURULMUŞ PROMETHEUS


                               kıyıda kalmanın küskün dağınıklığı…
                               bir deniz feneri gibi saplanıp kayalara
                               çalınmış bir ateşle sonsuzluğu beklemek…
                               hayatın uzağında hep,   denizin kıyısında,
                               suya karışan çocuklardan ummak huzuru.

                               hangi rüzgar sürüklüyor yazgıyı
                               bozkırın yalancı sonsuzluğuna doğru?
                               hangi ırmak yüklenir gözyaşından 
                               damlayan tuzu? düşlerde yükselen ada,
                               fok kahkahalarını daha ne kadar saklayabilir?
                              
                               kalbime sefer eyleyen keder,
                               parçalanmış bir gökyüzü bulacak ufukta.
                               yağmalanmış bahçelerini çocukluğun,
                               kıyılara vurmuş yalnızlık yaralarını
                               ve kuma gömülen papatya fallarını.

                              her adımda toprağa açılan uçsuz küfran,             
                              eksilmenin şarkısıyla peşimde silinen gölge,
                              uzaklaştıkça bahara kesen metalik şehirler
                              ve taşlanmış bedenimde biriken ganimet:
                              yetim sözcüklerden biçilmiş kanlı bir gömlek…

                              huzuru uğuldasın artık topladığım deniz taşları,
                              kıyıda çırpınan kalbim,  yeni şarkılarla yol alsın. 

                     


ÖZENÇ ESEN : Sayın Murathan Çarboğa, Şiir dalı e-dergisinde yayımlanmak üzere bizimle söyleşmeyi kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ediyoruz. Sizi daha yakından tanımak isteyen okuyucularımız için neler söylemek istersiniz?

MURATHAN ÇARBOĞA : Merhaba, 1974 Dörtyol doğumluyum. Aslen Adanalıyım, fakat hayatımın büyük bir bölümü Hatay’da geçti.  Çocukluğum, üniversite öğrenimim ve öğretmenlik hayatım… Hatay bir şekilde hayatımda hep belirleyici oldu. Edebiyat öğretmeniyim. Hasbelkader şiire ve edebiyata bulaşmışlığım var. 2003 yılında  ‘Güne Dönen Rüya”  adlı bir şiir kitabım yayınlandı.  Şimdiye kadar çeşitli dallarda birçok ödüle değer bulundum. Okumaya ve yazmaya inancım hala sürüyor. Direniyorum.

ÖZENÇ ESEN: Kendinizi hem şiirle hem de düzyazıyla ifade ediyorsunuz. Şiir dosyalarınızla kazandığınız ödüller dışında; mektup, deneme, öykü türlerinde de kazanılmış ödülleriniz var. Bloğunuzda takip ettiğim kadarıyla roman yazma girişimleriniz de mevcut. Murathan Çarboğa tüm yazı türlerine eşit mesafede diyebilir miyiz?

MURATHAN ÇARBOĞA : Şiir her zaman ön planda,  her zaman öncü;  fakat ben çok yönlü bir edebiyat adamı olmak istiyorum.  Edebi yeteneğim yalnızca şiirle sınırlı değil. Düz yazı türlerinde yazmayı da seviyorum.  Edebi kapsamda akla gelen her türde yazmak niyetindeyim.  Şiire kardeş kısa türlerde daha başarılıyım aslında: kısa öykü,  deneme,  mektup…   Tuğla kalınlığında kitaplar üretmek anlamında olmasa da düzyazı dilime güvenir, kendimi üst seviyede görürüm. Sözcüklere hükmetme, özgün bir dil yaratma ve üslup oluşturma açısından kendimi şimdiyle sınırlandıran bir konuma yerleştirmem. Roman konusuna gelince, 2005 yılında bir roman yazma girişimim oldu, fakat yeterli görmeyip rafa kaldırdım bu çalışmayı.  Roman yazmak zordur bir şair için, çünkü sözcük ekonomisini gözetir şair. Daraltır, damıtır, minimize eder. Roman ise ayrıntıların dilidir. Benim çıkmazım ise şu: şiir olsun,  diğer kısa yazı türleri olsun, yazma aşaması bir oturumluktur bende. İmgeler, sesler, kokular, renkler, tatlar; belki bir mısra, bir görüntü günlerce dolanır zihnimde.  İçimde dallanır,  budaklanır ve çiçeklenir bu öz ve gün gelir olgunlaşan meyvenin daldan düşme zamanı gelir. Yaratı anı geldiğinde oturur ve bitiririm yazıyı.  Günlerce uğraşacak bir sabır yoktur bende. Tüm bu açmazlara rağmen roman yazma niyetimden hala vazgeçmiş değilim. Son zamanlarda ise öyküye ağırlık vermiş durumdayım.   
                                            
ÖZENÇ ESEN: Edebiyata ilginiz ne zaman ve nasıl başladı peki?

MURATHAN ÇARBOĞA : Klasik bir hikâye aslında… Küçük yaşta başlayan bir okuma serüveni, gençlik dönemlerinde yazıya dönüşen duyarlık…   Yirmi altı yaşıma kadar yalnızca iyi bir okur olarak nitelendiririm kendimi. Ara sıra yazan iyi bir okur. O yaşa kadar Varlık dergisi de dâhil birkaç dergide ürün yayınlatmıştım,  fakat hayatımın odağında değildi edebiyat. Yirmi altı yaşımda bu işle ciddi olarak ilgilenmeye karar verdim ve birkaç ay sonra ilk şiir ödülümü aldım.

Hatırlamışken şunu da belirtmeden geçmeyeyim: Bana okumayı sevdiren yazar Aziz Nesin’dir.  Babamın gençliğinde okuyup anlattığı romanlar dışında,  kitapla pek alakası olmayan bir ailede yetiştim. Kader bu ya, bir Aziz Nesin kitabı çıkıverdi karşıma günün birinde.  Evin bir köşesinde peyda oluverdi kitap. Nereden çıktı, kim getirdi bilen yok. Ön ve arka kapakları yoktu kitabın. Yalnızca her sayfanın üzerinde kitabın ismi yazılıydı: “Aferin”.  Yazarının kim olduğunu bilmeden birçok kez okumuştum bu kitabı ve yıllar sonra öğrenmiştim yazarının Aziz Nesin olduğunu. Belki de okuduğum her kitapta Aferin’deki büyüyü aradım. Çocuğun dünyasında yeni bahçeler kuran o eşsiz büyüyü…

ÖZENÇ ESEN : Bir söyleşinizde ‘’Okuma yazmanın nesi olur? Bir anlamda okuma, yazmanın varlık sebebi diyebilir miyiz?’’ sorusuna verdiğiniz cevapta ‘’İyi bir şair ya da iyi bir yazar olarak anılmaktan daha çok iyi bir okur olarak anılmak beni daha çok sevindirir açıkçası.’’ diyorsunuz. Okuma eylemini yücelterek ‘her okuyanın yazması gerekirliği’ fikrini yetenek faktörünü işaret ederek yanlışlıyorsunuz. Peki, size göre günümüzde okumayı yok sayarak mı yazmaya çalışıyoruz?

MURATHAN ÇARBOĞA : Şair yazar takımı yeterince birbirini okuyor mu? Sanmam. Birbirimizi okuma tahammülüne bile sahip değiliz. İki şiiir karalayan, ucundan hikâye kıvıran peygamberliğini ilan ediyor.  Ustaları okumuyoruz. Oysa insanlığın yüklenip getirdiği devasa bir birikim var. Göz ardı edemeyeceğimiz bir sorumluluk yüklüyor yazara bu birikim. İnsan okudukça, taşlanan bir yalvaç kimliğinden sıyrılıp,  alelade kalabalığın bir parçası olduğunu anlıyor şaşalayarak. Koskoca çölde bir kum zerresi olmak… Sanırım eksiğimiz bu… Eksiğimiz yokluğunu hiç de yadırgamadığımız erdem.

ÖZENÇ ESEN : Üretimlerinizi nasıl bir atmosferde oluşturuyorsunuz. İçsel süreçleriniz ve koşullarınız hakkında bilgi verir misiniz?

MURATHAN ÇARBOĞA : Daha önce de belirttiğim gibi belli bir olgunlaşma devresi vardır yaratılarımın. Zihnimde sürekli dönenen bir dünyayla dolaşırım günlerce. Konuşurken,  düşünürken, okurken sürgit işleyen bir iklimle yaşarım. Eğer şiirse sancım,  daha bir umutla bakarım hayata. Renkler,  sesler, tüm eşya gözlerime başka bir kimlikle görünür. İnancın, mutluluğun ve tahammülün ezgisidir şiir.  Gün gelir,  yazma vaktidir derim ve harflerin cümbüşüne devrederim zihnimde mevsime kesen iklimi.  Yazmak sancılı bir eylem… Bu nedenle yalnız olmayı yeğlerim yazarken. Bir de dinlediğim ezgiler vardır. Yazma aşamasında ya da yazıya başlamadan önce dinlemeyi sevdiğim ezgilerdir bunlar. Yann Tiersen’in yaratıları içimdeki dünyayla uyuşur hep.

ÖZENÇ ESEN :  ‘’İshak Kuşunun Çağırdığı Çocuk’’ adlı öykünüzü okurken o dönemde yaşadığınız acıları derin izleriyle görebilmekte okur. Nedir çocukluğunuzun yaratımlarınızdaki yeri?

MURATHAN ÇARBOĞA: Bahçelerin anlamlandırdığı bir zamandır benim çocukluğum.  Dörtyol doğumluyum. On yaşıma kadar Dörtyol’da bahçeler içinde yaşadım. Babam Demirçelik fabrikasında çalışıyordu. 1984’te Adana’ya  (memlekete) taşındık.  Adana hayal kırıklığının, yoksulluğun, acının şehridir benim için. Adana hüzündür. Babamı kaybettiğim şehirdir.

Yaşanılan acılara gelince:  Ülkemdeki çoğu insanın yaşadığı acılardı. Yoksulluktan gayrı bir derdimiz yoktu.  Eşim,  “biraz daha hüzünlü bir çocukluk yaşasaymışsın,  Nobel’i alırmışsın” der şakayla karışık. Çocukluğumu mutsuz geçmiş bir dönem olarak görmez.
                
Yedi çocuklu bir ailenin tek erkek evladıyım. Adaklarla büyütüldüm. Sevgiden yana bir eksiklik duymadım.  Beni derinden yaralayan olay babamın ölümü oldu. Gençtim,  karamsardım, geleceğe olan inancımı kaybetme noktasına gelmiştim. “İshak Kuşunun Çağırdığı Çocuk”  otobiyografik bir öyküdür. Dörtyol’daki mutlu çocuklukla Adana’daki hüzünlü gençliğin anlatımıdır birebir.
                
Mutsuz çocukların çoğunlukta olduğu bir hayat süregelmiş insanlık tarihi boyunca.  Benim acılarımın bu gerçek karşısında lafı bile olmaz.  Biraz daha gelişmiş bir hassasiyet, biraz daha zor unutan bir bellek ve acıyı keskin uçlarından yakalayan bir algı bendeki durum. 
            
ÖZENÇ ESEN : Üretimden sonraki duygularınız hakkında ne söylersiniz?
                
MURATHAN ÇARBOĞA : Yazı öncesi, kafamda dönen iklimle dolaştığım sürece mutluluktur hissettiğim duygu.  Güzel bir düzyazı   (örneğin öykü)   yazmışsam bittikten sonra da devam eder bu esriklik, fakat şiir hep hüzün bırakır ardında.  Hüzne kesmiş bir koza bırakır geride ve kanatlanır şiir. Aykırı düşmenin yasıdır belki bu ya da kaybolan inceliklerin kalbimde kanatlanan telaşı.

ÖZENÇ ESEN : 2003 yılında yayınlanmış ‘Güne Dönen Rüya’ adlı bir şiir kitabınız var. Kitabın yeni baskısı yok sanırım. Bunun yanında ‘Yağmalanmış Hayal’ adlı dosyanız Cemal Süreya Şiir Ödülü’ne (2005), ‘’Hayat Hiçbir Zaman Yetmeyecek Şiire’’ adlı dosyanızda 2007 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’ne değer görülmüştü. Neden kitaplaşmadı dosyalarınız?

MURATHAN ÇARBOĞA : Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış,  meselesi aslında. İstesem kitaplaşırdı dosyalarım. Ortalık  “ver parayı, al koliyi”  yayınevlerinden geçilmiyor; fakat ben bunu istemiyorum.  Ben emeğimi, tutkumu ve çabamı önemsiyorum. Belki iddialı bir söylem olacak ve bu işin laf cambazlarını sinirlendirecek,  ama söylemeden de geçemeyeceğim:  Yokluğumun yadırganmıyorsa,  bu işi zorlamanın bir anlamı yok.  Yeteneğim yeterli gelmiyorsa zaten unutulup gideceğim. Hak ediyorsam eğer,  er ya da geç ortaya çıkacaktır yaratılarım. Benim de değerimi bilen bir Max Brod çıkar umarım.

Şimdilik dosyalarımı kitap kisvesinde yayınlatmak gibi bir çabam yok.  İnternet üzerinden e-kitap olarak yayınlatmak daha anlamlı geliyor bana. Bu yöntemle birkaç kişilik de olsa bir okuyucu kitlesine ulaşabilirsem ne mutlu bana.
                
Taşranın arafında unutulmayla hatırlanma arası bir konumda olmayı tercih ediyorum belki de.  Herkesten,  her şeyden uzakta edebi iklimi yaşamak tercihim. İlişkiler yoruyor beni.  Kaprisler, aşık atmalar, nefretler, kompleksler…  Kendiyle derdi olan bir adamım;  oturup uzun uzun teori konuşacak, ahkâm kesecek tahammülüm yok. Yalnızca okumak ve yazmak istiyorum. Okunmasa da sorun değil.  Yazmak, yazmak, yazmak…
          
ÖZENÇ ESEN : Bir şairde olmazsa olmaz nedir Murathan Çarboğa’ya göre ve kendine en yakın bulduğu şairler kimlerdir?

MURATHAN ÇARBOĞA : Her şeyden önce iyi bir okuyucu olmalı şair.  Kendi gerçeğini ve konumunu bilecek ölçüde donanımlı olmalı. İki karalamayla kalemi bir yana bırakıp kendine denizler yaran asa aramaya kalkmamalı.
             
Birçok şair, birçok şiiriyle girdi dünyama,  fakat hiçbirinin dünyasına saplanıp kalmadım.     Neruda, Pavese, Ritsos, Seferis bir çırpıda dünya şiirinden aklıma gelenler.  Divan edebiyatı, Halk şiiri ve Cumhuriyet sonrası Türk şiirinden kayda değer her şair konu olmuştur okumalarıma.
                
Günümüz şairlerinden ise beni sarsan tek bir isim söyleyebilirim: Ahmet Oktay.
      
ÖZENÇ ESEN : Murathan Çarboğa’nın gözünden baktığımızda nasıl görünüyor günümüz şiirinin durumu?
                
MURATHAN ÇARBOĞA : Her dönemde olduğu gibi iyi şiirler yazılıyor hala. Bu durum umut verici…  Üst liglerde kalem oynatan şairlerin yanı sıra benim gibi yerel liglerde şiiri yaşamaya çalışanlar şiirin geleceğini kurtarmaya çalışıyor. Hayatı çepeçevre kuşatan teknolojik hengâmede şiire olan inancını yitirmemeli insancık. Çiçeğin, böceğin, ağacın yaşaması kadar önemli bir konu bu… Mutlu çocukların dünyası şiirsever bir dünyadır mutlaka.                                                            
            
ÖZENÇ ESEN : Bir söyleşinizde şiirin korkunç bir ilgisizlikle karşı karşıya olduğu savına tüketim çılgınlığının edebiyata yansımalarından dem vurarak katılıyorsunuz. Ama aynı zamanda son dönemde şiir yazanların ve yayımlatmaya çalışanların çokluğundan muzdarip bir eleştirel atmosferde yok değil. Bu konuda ne söylemek istersiniz.

MURATHAN ÇARBOĞA : Şaşırtıcı bir durumdur. Yok denecek kadar az bir okuyucu kitlesi ve karşısında kendini potansiyel şair olarak gören devasa bir kalabalık.  Cep mesajlarıyla,  ucuz şarkı sözleriyle birbirine girmiş sayrılı bir şiir telakkisi.  Fırından ekmek alır gibi parayı bastıranın kitap çıkardığı bir ortam. Taşrada basın toplantılarıyla şairliğini ilan eden gençler… ( Aslında en masumları da bunlar. Gözlerindeki heyecanı görünce mutlu oluyor insan. )

Garip, sürrealist,  ağlasam mı gülsem mi psikolojisi… 

Lütfen ukalalık olarak anlaşılmasın bu cümlelerim. Nasıl olursa olsun da şiir yaşasın durumuna geldik artık.  Nasıl olursa olsun da şiir yaşasın.

ÖZENÇ ESEN : Yine bloğunuzda yayınladığınız ‘’Karanlık Karanlık Karanlık’’ adlı anınızı her okuduğumuzda bir öğretmen olarak yaşadığınız trajikomik olayları ve bu olaylara yaklaşımınızı görerek, buruk bir gülümseme yerleşiyor dudaklarımızın ucuna.

Peki ya öğretmen Murathan Çarboğa, onun okuldaki günleri nasıl geçiyor?

MURATHAN ÇARBOĞA : Ya sabır,  diyerek geçiyor günlerim. Gençlerle daha iyi anlaşıyorum. Gençlerle vakit geçirdiğimde daha mutluyum.  Statükoyla,  yönetmelikle selam verip yönetmelikle selam alanlarla, samimiyetten yoksun, siyasi eğilimleriyle gaddar,  dünyalarıyla iki adımlık insanlarla anlaşamıyorum.  Aslında onlara sinirlenmem bile hak etmedikleri bir önem giydiriyor yok hükmündeki kimliklerine.  İnsanı umutlandıran dostlarım da var eğitim neferleri arasında. Onlar olmasa çekilmez bu dert.  Yine de şunu fark ediyorum gün be gün:  gittikçe daha asosyal,  daha içime kapanık, daha hırçın ve insanlara daha mesafeli biri olup çıkıyorum. Sanırım sorun,  tabiri caizse  “diğerleri”yle değil de daha çok benimle ilgili bir sorun. Aykırı düşme ve hayatla uyuşamama sorunu.

ÖZENÇ ESEN : Antakya’da yaşayan bir şair olarak, Antakya ne anlam ifade ediyor sizin için?
                
MURATHAN ÇARBOĞA : 1993 yılından beri Antakya’dayım. Güzel günlerim geçti bu şehirde, güzel dostlarım oldu. Her zaman söylediğim gibi ruhu olan bir şehir Antakya. Tarihin, inatçı bir hayal gibi gerçekle iç içe olduğu bir şehir.  Antakya şiir demek benim için. İstanbul musiki,  Adana hüzün, Antakya şiir; fakat son yıllarda eskidiğimi hissettim bu şehirde. Antakya aynı Antakya, ama ben kendimden kaçan bir insan oldum.  Kalmakla kalmamak arası bir karar aşamasındayım.  Gidersem de biliyorum,  Antakya’daki güzellikleri ve hoşgörüyü hiçbir yerde bulamayacağım.
        
ÖZENÇ ESEN : Son olarak, okuyucularımıza ve biz gençlere neler söylemek istersiniz?
                
MURATHAN ÇARBOĞA : Gençlere şiire dair,  yazmaya, okumaya dair bir şeyler söyleyecek yetkinlikte miyim? Bilmiyorum.  Hitabeti güçlü, nasihatı bol insanlara gıptayla bakmışımdır her zaman. Hiçbir şey söylemeden saatlerce konuşabilen insanlar mucize kabilinden gelir bana. Maalesef bende böyle bir vasıf yok.
                
Okumak,  işin sırrı bu…  Yeteneğiniz varsa okuyarak geliştirirsiniz kendinizi. Yeteneğiniz yoksa eğer, iyi bir okuyucu olmaya bakın. Okumanın büyüsüyle daha güzel bakarsınız hayata.  Tutunacak bir dala,  ara sıra sığınacak bir limana ihtiyaç duymaz mı insan? Kitaplar içinizde, size özel yeni sığınaklar yaratır. Kitaplar hep genç kalmanızı sağlar. En azından umutlarınız genç kalır…