Şair sözcüğü, bir unvan sıfatı sayılıyor. Böyle olmasa,
birçok kişi kendini 'şair' olarak tanımlayamaz. Şair olarak anılabilmenin
tarihsel koşulları var: Öncelikle yaşanan toplumsal süreçlerin nesnel karşılığı
olabilmeli yazılan şiir; bu süreçlerin gereksindiklerini karşılayabilmeli.
İnsani değerleri ve geleceği gözeten katkıları olmalı. Bunlar unutulmuş olacak
ki şiir, artık bir yaşama biçimi belki de. Daha doğrusu, indirgenmiş bir yaşama
biçimi belki de. "Şairin hayatı şiire dahil'' saptaması, ya da önermesi de
yansıyor gibi. Bugün şiir adına tuluat yapılıyor sadece. Durmadan eskitiliyor
şiir. Şair kimliğinin içi boşaltılıyor; anlamı daraltılıyor iyice. Toplumlar
uykuya daldığında uyandıran şiir artık bir tarih burcu değil.
Bugün şairin bilinç birikimi diye bir sorunu yok. Oldukça
açıklayıcı bir veri bu. Etik-estetik bağlamında sorulan her soruyu 'kendim için
yazıyorum' diyerek karşılamaya kalkışanların, bırakın başka şairlerinkini,
kendi şiir pratiklerinin farkında olduklarını düşünmek oldukça zor. Günümüz
şairine toplumsal (belki de sınıfsal) bir yer bulmak olanaksız gibi görünüyor.
Çünkü verdiği fotoğrafla şunlar görünüyor: Doğal ve düşünsel bir karşılığı
olmadan nihilist ve anarşist. İmaj adına deforme edilmiş bir kişilik.
Reddediliyor görüntüsü verilse de alabildiğine medyatik. Çalışmaya ve çalışana
karşı. Bu yüzden işsiz ve parasız.
Yakın çevresini yağmalamayı doğal sayan; bencil, Hiç
vermeden alınanın büyük ustası. Yaşamında alnı hiç terlememiş, emeğe düşman.
Hayatın ölü tarafında. Düşünce ve duygu bakımından hastalıklı. İdeolojik tavrı
yok ama kendiliğinden ideolojik, insana karşı. Cinsel tercihini (eşcinsellik
vs.) şiirsel ranta dönüştürme çabasında. Toplumsal bir özne olmaktan çok uzak.
Bir burjuva kadar tüketici. Duyarsız. Hazırcı ve yüzsüz. Miskin. En
yakınındakileri bile kullanmaya yönelik günlük bir yaşantı pratiği. Lotaryacı.
Makyavelist.
Günümüzde genellenebilecek şair portresi bu. Siyah-beyaz,
net. İnsani değerlere bu denli uzak birinin yazacağı şiirlerin güzel ya da
çirkin olup olmayacağı bilinemeyebilir. Ama içerik açısından tutarlı bir
noktada olamayacağı açık. Böyle bakılınca da özle biçim birbirlerinden ayrılmış
oluyor. Poetik bir gereklilik olarak bu olamayacağına göre, yetkin bir şiire
varmanın yolu olarak, etik ve estetik bir sorumluluk belirleyici oluyor. Bir
şairden bunun beklenmesi; şiirlerinin değerlendirilmesinde ölçüt olarak
kullanılması hiç de yanlış değil. Her şiir, şairin eylemliliğini tanımlar ve
açıklar. Eğer böyleyse şair neyi, nasıl ve niçin yaptığının bilincinde olmak
durumundadır. Şiire ilişkin araştırmalar, incelemeler yapması gerekmiyor belki
ama estetik kategorilerle düşünmek zorundadır. Bu, benimsendiğinde alışınacak
tavır, ister istemez, şiirden yana olacaktır. İşte böyle düşünülmediğinden
ötürü şiir kullanılıyor; açık düşmanı olunuyor onun. Bu sorunun aşılmasını
zamana bırakmak kolaycı bir yol, şimdilerde yapıldığı gibi. Galiba şiire
militanca sahip çıkmak gerek. Ancak insanla, toplumla, gelecekle buluşan şiir,
tarihle yüzleşebilir. Bunun bilincinde olarak şairlerin çaba göstermesini
beklemek, şiir içindir. Şairlik kimliğinin tarihsellik içerebilmesinin ön
koşuludur bu da. Buyurganla itaat edenin oluşturduğu toplumsal yapılarda
gerçekleştirilmesi istenen düşlerin 'şiir kıyısı'nı oluşturabilmenin başka yolu
da yok.
Bir başka yanılgı, şiirle bağıntılı değerlerin mülk gibi
görünüp kullanılışında açığa çıkıyor. Şiir, sanat söz konusu olduğunda kimsenin
kendinden vereceği bir şeyi olamaz. Böyle olmasına karşın eleştirmenler bütün
estetik değerleri unutarak; kendilerinin bir varlık nedeni olduğunu düşündüklerinden,
şiirden vermeyi sürdürebiliyorlar. Eleştirel yaklaşımdan uzak, bütün soruları,
özellikle 'neden?' sorusunu yanıtsız bırakarak... Dergi editörleri de aynı
yanılgı içerisinde. Her sayıda şiir yayımlamak zorundaymışlar gibi elde olanla
yetinmekte sakınca görmüyorlar. Eldeki ürünler bir aşkınlık getirmediğinde bile
şiir yayımlamak zorundaymışlar gibi elde olanla yetinmekte sakınca görmüyorlar.
Eldeki ürünler bir aşkınlık getirmediğinde bile şiir yayımlamamak us'a gelmiyor
nedense. Bu yanlışı pekiştiren kişisel ilişkiler de aşılamıyor. Nasıl olmuşsa
adı şaire çıkmış, birkaç kitap yayımlamış birinin şiirlerine; birilerinin
şiirlerine; ne denli düzeysiz olursa olsun, "kendini bağlar, lanse eden
ben değilim" gerekçesiyle dergilerde yer verebiliyorlar. (Ben de yapıyorum
bunu zaman zaman.) Kimsenin hakkı olmamasına karşın şiirden verilmeye devam
ediliyor. Durmadan azaltılıyor şiir. Geçmişte yaratılan yetkin örnekler
eskitiliyor. Hiç değilse şiirin vardırıldığı düzey ölçüt alınmalı ama bu bile
yapılmıyor. Geleneğin belirleyiciliğini bu bağlamda anlamak gerekiyor belki de.
Öte yandan şairliğin görgü ile ilintili olduğu kesin. Sırf bu bile anlaşılsa,
şiire ilişkin birçok sorun aşılabilir.
Şairin yaşantısını şiirine eşitlemek isteğinde değilim. Ama
bu biraz da öyledir. Yaşantılar şiire eşitlenemeyeceği gibi birbirlerinden
bağımsız oldukları da savlanamaz. Ama böyle de olsa şiirin yansıttıklarıdır
önemli olan. Bununla yetinmeyip günlük yaşantısını alabildiğine
medyatikleştirerek şiirine alan kazanmaya çalışan şair, ahlaki olanın dışına
düşer. Her insan yaşadığı gibi düşünür. Şair de öyle... Şiirlerin
yansıttıkları, duyumsattıkları bu düşünce
uçlarından başka bir şey olamaz. Bireysel yaşantısını yorumlayıp anlamlı
kılamayanların aşkın şiirler yazmasına olanak yok.
Şiir deyince dikkat!