Metin İlkin, Enver
Gökçe, Sait Maden…
Maksut (Koto) hanidir söyleyip duruyor, “Hocam anılarınızı
yazsanız…”
Nisa Leyla sorular gönderdi, söyleşi için… Cevap yazmaya
başladım ama bir türlü bitiremedim…
Maksut ısrarcı, “Hocam anılarınızı yazsanız…”
Zamanın aynasına kaçamak bir bakış attığımda ne göreyim?
Şiirimin 40. yılına gelmişim meğer… Anı yazma talepleri de geldiğine göre yaş
yürümüş de haberimiz yok…
İlk şiirim Yansına Dergisi’nin “Günümüz Türk Şiiri Özel
Sayısı”nda yayımlanmıştı. Yıl 1973…
Evet, hesap doğru… Kırk yıl olmuş…
Anılar albümünün fotoğraflarına bir yerden başlayıp okumak
ve yazmak vaktidir.
Yansıma Dergisi 1973 yılı başlarında özel bir sayı
hazırlayacağını duyurmuştu… Seçici kurul Tekin Sönmez, Ceyhun Atıf Kansu,
Şükran Kurdakul’dan oluşmaktaydı.
“Al, Yeşil, Mor” adlı şiirimi göndermiştim. Balık bilmezse
Halik bilir, okur bilmezse şair bilir diyerek…
Mart ayını iple çektiğimi söylemem gerek var mı?
“Al, Yeşil, Mor” adlı şiirim derginin sayfalarındaydı.
Bir an durup 2013’den geriye bakıyorum. Yansıma Dergisi’nin
Günümüz Türk Şiiri Özel Sayısı’ndan bugüne kimler kalmış diye…
Sina Akyol, Gazanfer Eryüksel ve Arkadaş Z. Özger…
Burada Arkadaş Z. Özger’den söz etmeliyim.
8 Ocak 1948 tarihinde
Bursa’da doğmuş, 5 Mayıs 1973 tarihinde Ankara’da öldü bulunmuş sokakta. Ölüm
tanısı beyin kanaması… 25 yaşında yaşama veda eden bir şair…
1996’da Arkadaş Z. Özger adına düzenlenen şiir yarışmasında
ilk ödülü Yücelay Sal ile bölüşmem ise bir başka zaman fotoğrafıdır. Arkadaş’ın
şiirlerinin kitaplaşmasında ve adına bir yarışma düzenlenerek kurumlaşmasında
büyük emeği olan Suat Çelebi’yi de buradan sevgi ve saygıyla anmanın vaktidir.
Sina Akyol ile yollarımız rastlaştıkça görüşüyoruz, çokluk
İzmir’de…
Şiir ve/veya sanat yolculuk işte… Giderek azalan sayıyla
yürüyoruz. 1973’de “Sen kırk yıl soluk soluğa şiirle yürüyeceksin…” deselerdi
inanamazdım.
İkinci şiirim Mehmet Ergün sayesinde tanıştığım Yeni Adımlar
Dergisi’nde yayımlandı. “Dağlara Kurulu Tahtımız”…
Metin İlkin ile Orhan Suda’nın çıkardıkları bir dergiydi
Yeni Adımlar… Örneğin Enver Gökçe ile bu dergide tanışma şansım oldu… “Dost
Dost İlle Kavga” adlı kitabı yeni çıkmıştı.
Metin İlkin, Orhan Suda’ya “Enver Abi’nin şiirini Yürüyüş
Dergisi’nden alıntı gibi yayınlayalım… Bizim yüzümüzden başına yeni bir sıkıntı
açılmasın…” demesi şiir ve egemen güçler ilişkisinden bir parantez olarak kayıt
düşülmektedir.
Yeni Adımlar Dergisi’nin okuluma (İstanbul İ.T. İ. A.) yakın
olması sıkça uğramam için bir vesileydi.
Dergideki sohbetleri dinlemenin yanında Metin İlkin’in
söylediği işleri yapmak, katkı vermek ayrı bir keyifti. Abonelere gidecek
dergilerin zarflarına isim ve adresleri yazmak… Çay vermek… Ama bir de bazı
akşamüstleri fırından alınan taze, sıcacık ekmeğin arasına kırmızı pul biber,
kekik, karabiber serperek çay eşliğinde yemek…
O denemde iktisat öğrenimi yanında haftada üç gün öğleden
sonraları İstanbul Belediye Konservatuarı’nda Türk Müziği eğitimine giderdim.
Pazartesi ve Perşembe günleri ise akşamüstleri İstanbul Üniversite Korosu’nda
klasik müzik çalışmalarına katılırdım. Koro her ay İstanbul Radyosu’nda bir
bant kaydı yapardı. İlk sigortam İstanbul Radyosundan yapılmıştı. Şubat 1971…
Okul masraflarını çıkarmak ve harçlığımı sağlamak için de
akşamları piyasada darbukacılık yapardım.
Piyasada müzisyenlik yaparken Roman argosunu da öğrenmek
zorunda kalmıştım. Kelime hazinem gün geçtikçe artıyordu. Öğrendiğin yeni
kelimeleri Metin İlkin ile de paylaşırdım.
“Yanlış, çürük, beş para etmez vb” anlamlarına gelen “Kofti”
sözcüğü de bunlardan biriydi.
İşin en ilginç tarafı, Metin İlkin’in bana sık sık “kofti”
diye takılmasıydı…
Dergiye gittiğimde Metin İlkin’den başka kimse yoktu. Metin
Abi, “Ulan kofti” dedi, “Sana bir şey söyleyeceğim, ama küsmek, darılmak yok”…
Bunları söylerken beni sağ koluyla kucaklayıp bir masanın
üstüne oturttu. “Küsmek yok ama…” diyerek sözlerinin altını çizdi.
Yok, Abi” dedim, “Küsmek yok”…
“Şu masanın üstüne imzasız yüz tane şiir konsa, senin şiirini
ayırırım. Nazım’a çok iyi bir damardan girmişsin. Ama… Ama Nazım çok büyüktür,
altında çok şair ezilip gitti… Ne olur Nazım’a dikkat et”…
Gözlerini açarak yüzüme dikkatle baktı… “Küsmedin değil mi?
“Yok, Abi…” dedim, “O nasıl söz…”
“Anlaştık o zaman… Taze çay demledim… Çay getir de içelim…”
Akşam saat 18.00 sularında dergiden çıktığımda Metin
İlkin’in sözleri kafamda kuş tufanı gibi dönüp duruyordu…
“Nazım çok büyüktür, altında çok şair ezilip gitti… Ne olur
Nazım’a dikkat et”…
Durakta akşam kalabalığı… 80 numaralı Yedikule otobüsüne
binmenin zorluğunu biliyorum. Derken otobüs geldi. Basamaklar bile dolu…
Kafamda Metin İlkin’in sözleri… Eve yürüyerek gitmeye karar
verdim. En az 45-50 dakikalık bir yol…
Bir sigara yakıp yürümeye başladım.
Işıklı bir dükkânın içinde buldum kendimi… Ne zaman
Beyazıt’a gelmiş ve Sahaflardaki Elif Kitapevi’ne girmiştim?
İçimde bir ses yineleyip duruyordu. “Sana Nazım yasak… Kendi
şiirini kurana kadar, sana Nazım yasak…”
Yabancı şiir kitaplarının bulunduğu rafların önünde
durduğumu fark ettim.
Elimde “Lorca Bütün Şiirleri” vardı. Sait Maden çevirisi…
Cem Yayınları…
Kasaya ücretini ödeyip çıktım… Beyazıt meydanını geçerken
kafamda o sesler dönüp duruyordu.
“Nazım çok büyüktür, altında çok şair ezilip gitti… Ne olur
Nazım’a dikkat et”…
“Kendi şiirini kurana kadar, sana Nazım yasak…”
O günden sonra Nazım Hikmet dışında Türk şiirinin
ustalarını, dünya şiirinin çevirilerini, türkü sözlerini, içercesine okudum.
Ama bana Nazım yasaktı… O akşamüstü bir karar daha verdim. Her şey şiire hizmet
edecekti, şiire hizmet etmeyen her şeyden uzak durulacaktı.
Sait Maden ile ilk rastlaşmamız Lorca şiirleri vesilesiyle
oldu. Daha sonra Lorca’yı kendi özgün dili İspanyolcadan çevirmek için
İspanyolca öğrendiğini okuduğumda Sait Maden’e olan saygım ve hayranlığım
artacaktı.
Hayat, benim için hemen her dönemde birkaç kulvarda yürünüp
koşulan bir yolculuk olmuştur.
Müzik, şiir, iktisat öğrenimi ve siyaset…
Hayat, birbirine paralel şeritlerde akarken 1972 güzünden başlayarak
kendi kendime kanun öğrenme mücadelesine girmiştim.
1975’de iktisat öğrenimim bitmiş lakin tek dersten Şubat
ayını beklenen gerekiyordu. Burada kısa bir arakesit vermem gerekir diye
düşünüyorum.
Akademi’de (İ.İ.T.İ.A.) üçüncü sınıfa geçtiğimde okulda
akademisyen olarak kalmaya karar vermiştim. İlk adımım Öğrenci İşleri’ne
giderek not ortalamamı öğrenmek oldu. Israrlı birkaç gidişten sonra sonucu
öğrendim. Orta…
Okulda kalmam için diploma derecesinin önemini ise
biliyordum. Öyleyse derslere daha planlı ve disiplinli çalışmam gerekiyordu.
Rampa çıkarken yük atılır, diyerek konservatuar eğitimini
bırakmaya karar verdim. Hazırlık artı üç yıl okumuştum. Konservatuar hazırlık
artı beş yıldı.
İki okul ve geceleri çalışmak ve Akademi’yi “iyi” ile bitirmek…
Hepsi bir arada olacak gibi değildi.
Akademi’de asistan olarak kalma hayalim İktisat Bölüm
Başkanı Erol Zeytinoğlu’nun “Onun uygulanmayacak fikirleri var” engeline
takıldı.
Hayat döne kıvrıla akıp giderken 1975 güzünde CHP İstanbul Kocamustafapaşa
Teşkilatı’nda kurulan Gençlik Korosu’nda şef olarak çalışmaya başladım.
Yaşamımda eylemli siyasetin sokağına sapmış oldum. 1974 affından sonra siyaset
giderek ısınmaya başlamıştı.
Şiirim ise kapalı devre bir yayın gibi kendi kozasını örmenin
peşindeydi.
1976 Şubat ayında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda
müzikli oyunlarda kanun çalmaya başladım. Vedat Türkali’nin yazıp Hamit
Akınlı’nın yönettiği “Bu Ölü Kalkacak” adlı oyun ile tiyatro yolculuğum
başlamış oldu. Oyunun müziklerini Arif Erkin bestelemişti.
Bu oyun, Nisan ayında Üsküdar’da sahnelenirken bilirkişi
raporu ve mahkeme kararıyla yasaklandı.
Burada bir kadraj kaydırması yaparak zamanı 1990’lı yılların
ikinci yarına kaydıracağım. Çorum günleri… Yazılıkaya Dergisi’ni çıkardığımız
günler…
İlk sayıyı çıkardıktan sonra çantama koyarak İstanbul’a Sait
Maden’e dergiyi görücüye götürmüştüm. Ankara Caddesi’ndeki işyerinde ziyaretine
gittim. Lorca şiirleri çevirisiyle tanıştığım Sait Maden ile yüz yüze tanıştım.
“Biraz işim var, bekle…” dedi…
Uğraştığı işi kendince tamamlayarak,” Yanıma gel…” dedi ve
eline punto cetvelini aldı…
Dergiyi inceledikten sonra konuşup anlatmaya başladı. Ben de
elimde kalem hızla söylediklerini not ederek dersimi dinlemekteydim.
Bir derginin nasıl olması gerektiğini sayfa düzeninin
inceliklerini, olmazsa olmaz ilkelerini Sait Maden’den öğrendim. İlkokul
yıllarından başlayarak (Doğan Kardeş) dergi okuru olmanın bilinçaltımda
biriktirdiği görüntülerin de yardımıyla emek verdiğim dergilerin beğeni kazanmasında
Sait Maden ustamdır, öğretmenimdir.
Sait Abi, bir dergide olması gerek özellikleri anlattıkça
okuduğum dergiler film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Bu geçiş, ne zaman
bir dergi çalışmasına girsem arşivden çıkarak gösterime giren bir belgesel
gibidir.
Türk kültür ve sanat yaşamı Sait Maden’in sonsuzluğa
yürümesiyle karınca sabrı ve inanılmaz bir disiplinle çalışan bir ustadan
yoksun kalmıştır. 1932’de Çorum’da başlayan yaşam yolculuğu 19 Haziran 2013’de
İstanbul’da bedenen bitse de yapıtlarıyla yaşayacak, nice şaire, grafikere ve
ressama ışık olacaktır.
Anı fotoğraflarını ak kâğıda siyah mürekkeple kayıt düşmeye
devam edeceğiz…
Bu çalışmanın ana başlığı “Eski Zamanlar Yeni Düşler”
olacaktır.