Adımlarım sıklaştıkça kan damlar yollarıma.
Bıçak sallar acılar günahlarıma
Aşka dokunmak en büyük cinayet olmalı
Bu diyarda suskunluk en büyük cesaret
Yıldızların ışığıyla güneşe koşmak
Ne büyük ki yok olmak
Aşka soyunmak
Ağrıların ölçülemezliğinde bir diş ağrısıyla başlar çetrefilli yalnızlığım. Kökü hangi gönüle bağlı, kendi bilmez, bana bildirmez. Çiçeklerim mi kurur? Ben mi yenilgiyi yaşarım? Zindanın efendisi düş görür de hayrolsun diye efendiliğini düşlere yazadurur. Bilmem güneşin hangi yüzü kara, bilmem yıldızların bahçesinde hangi günahlar hasat bekler? Geceler mi kirlenir, aşk mı geceyi kirletir? Yoksa ispatsız karanlıkları mı sever yüreğimiz? Acı çeker artık yalnız üzüm taneleri. Ne -sen- kalır bende, ne çekirdekleri, zamanın. Hüznüm arpa boyu sürünür gövdemle. Bakarım ki yalnızlaşmaktadır dertlerim. Eser kalmaz giden ayrılıklardan, doğuyu doğuran asma yapraklarını yeşil bırakmak en büyük günah sayılır belki de. Yüzler kırış kırış, kürtçe bir türkü mırıldanır kuru ve sıcak rüzgâra karşı. Aklaşmak ne kelime. Güzleşmek hangi sözde? İzledikçe yaşamdaki damlaları, yağmura göğüs gererek, üşüdükçe… Güzden kalma bir baharı istedikçe… Hiç olmamış düşlerin beyazında saklandıkça… Bulut bulut ağladıkça…
Deliler karanlığı bilmezler de paltoları ıslandı sanırlar. Aşkın karanlığında damla biriktirenlerin haline deliler gülmez mi? Doğmamış çiçeklerden yaprak koparmaya çalışanların haline bahçe gülmez mi? Sana, bana, renklere, şarkılara, kimse gülmez mi? Satır aralarından sırıtan ucube kelimelerin büklüm büklüm olduğu bir yer biliyorum desem kim koşar? Kim şaşırır ve kim telkâri misali tel tel örülür? Aşkı öyle her kâğıda işlemeyeceksin. Öyle her zindanda çürütmeyeceksin. Zamanın kollarına koyacaksın ki bedenin farkındalığını yaşasın. Gövdesinde terlemesini bilsin. Her geceyi kandil yapsın…
Zaman geçti sevgilim. Gözlerin geçti. Geçkin rüzgârlara takılıp geçti sevdalar. Aklım üşüdü. Artık yalnızlaştı yüreğim. Uçurum kenarı ayrılığına yankılar koştu. İzledi ısmarlama sevdaları. Aklım kaldı gecelerde. Sayılarda. Ve duvarsız, çıplak sokaklarda. Kelimelerin yetmediği ıslak gözlerimde ayrılık şıpırtıları damlasa, sen damlasan. Namussuz bir sis damlasa. Güneş kadar sıcak olur mu bulutlarım? Tazeliğinde kalmış bahar tortuları aklımı azarlayana kadar sızlar notalarım. Hüzün yaprakları dökülür gidişlerinde. Arkanda uzanan yolların çamurunu kurutur güneşim. Ey sevgili, nasıl bir yalnızlık rölyefini döktün yüreğime. Aşk dediğin günahı şeytan mı yarattı? Tanrı’ya yaranma sevdası mı var gözlerinde? İsmi sanki göçün simgesi oldu. Başın kalemle savaşın kaçıncı hali? Kim bilir. Eşikten sızan geceler ayrılığı mı getirir, yalnızlığı mı? Kimse zamana çıplak görünemez. Aşka göründüğü kadar zulmedemez penceresinde. Boşluk kokar tarihler. Dün kadar susar, yarın kadar konuşuruz. İzlerde kayboluruz, heveslerimizin ağzına sokuşturulmuş kâğıt parçalarına güz şarkıları okutmak kadar insafsız oluruz. Sebepsizliğimizin gırtlağına yapışmak kadar sınırsız…
Uçurumlarıma sen dokun istedim oysa. Gün yosun tortusu kadar yeşilse eğer, ayazlar ellerin kadar keskin değilse… Edebi hallerdeyiz belki de, yazınsal gölgelerimiz var. Her an sudan atlayacakmış gibi, bir balığın solungacında tıkalı kabarcık gibi. Geri düşmüşlüğümüzün biletsiz yolculuğu gibi. Az kalsınlar da olmalı mıyız? Eskilerin deyimiyle… Naylon perde asmalı mıyız şeffaflığımıza? İçini ısıtan bir soba gibi zamanımızın içinde ısınmalı mıyız?
İlk şiirimi gecelere emanet etsem de darılma sevgilim. Hayalimde kalan bir çift göz olsan da sakın darılma sevgilim. Ümitlerimizde kalsa da küçük dokunuşlar…
Biliyor musun sevgilim. Ben hâlâ korkuyorum.
Ve sen hiç korkma diye
Gözlerini hâlâ saklıyorum