yavaşça
açılan sözler koca ağızlı
ben
harflerin ısınma mevsimindeyim,
olgunlaşmasında
kalbindeki meyvenin.
omzuna
konuyorum, omzun bir dağ
yüksek
bakışmalar için bir dağ
uçurumla
birlikte yuvarlanmak için bazen!
oysa
orada ellerin ne kadar uçsuz
uzanır
gibi coşkunun penceresine.
saatleri
yırtıyorsun, saatler kirli
uğraşma,
o hüznün çöpünü sabah alır çöpçüler
hüznümüzün
kokusuna konar bir kuş
ölür
kısa zamanda!
işte
sen, işte ben, öylesine maviyiz
gök
mavisi, kıvılcım mavisi, hasret mavisi
bir
radyoda sıkışmış şarkının mavisi…
işte
göğsümüz nasıl ferah, göğsümüz tıklım tıklım
göğsümüz
sessize vurulan kapı!
arada
bir darılmak lüksümüz olabilir
insanız
kırılabilir içimizdeki buzlu cam
orada
kurtlar bile uluyabilir
orada
bir orman öğütür korkusunu!
yine
ellerimiz en çok yakışandır bize
senin
elmayı bölüştüren yavru ellerin
sevdayı
ütüleyen ince ve titiz
ellerin
bir terzinin düşürdüğü!
biliyorum
yan yana geldiğimizde
köpürüyor
tortusu birlik olmanın!
kaçak
yolcularını taşıyor sanki mutluluk sözcüğü!
her
şeyden geçiyoruz, benden, senden, bizden,
ağzımızdaki
sokak köpeklerini taşlayarak
sonra
kan bağımız ortaya çıkıyor gül ile.
bir
oğul büyüyor
sözlerimizin
birleştiği yerde.
aşkın
öğelerini buluyoruz.
ÖYKÜSÜ
Bu
şiir, sevgili oğlumun doğumundan yaklaşık olarak beş ay sonra yazılmıştır.
Gündelik hayatta herkesin karşılaşabileceği, karşılaştığı bazı sorunlar ve
sonrasında ortaya çıkan anlaşmazlıklardan biri eşimle karşımıza dikilmişti.
Orada öylece duruyor, yüzümüze bakıp sırıtıyordu. Neyse ki, sorun büyük değildi
ve bir iki saatliğine de olsa oluşan kırgınlık, yerini mutluluğa bıraktı. Laf
aramızda hata ve suç benimdi:) Bu, çoğunun önemsemeyeceği sorun ve kırılma
hali, eğer içinizde bir şairi kundaklıyorsanız, jilet keskinliğinde dizelere ve
sinekkaydı bir şiire dönüşebiliyor. İyi ki de dönüşüyor. Yoksa, şiirsizlik,
çekilecek gibi bir dert değil!
