Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

''BİZ BİZE'' SÖYLEŞTİK







Fatin R. MUMCU : Maksut ile konuşuyorduk, soruyordum ona Adem’in Havva’ya aşkını yazacağım ama bunlar hangi dili kullanıyordu yahu?

Hasan AKTAŞ : Adem lisanını. Kırkambar kitabını yazarken batıdaki teorileri biraz okudum o konuda. Mitolojiye göre dillerin bölünmesi babil olayıyla olmuştur. İnsanlar aynı dili konuşuyorlardı. Ademin dilini. Şimdi batıda pek çok dil felsefecisi, dil teorisyeni, dilbilimci ademin diline dönmek istemektedir. İnsanlarla iletişim olarak ingilizce, türkçe, çince ile olmuyor. Bu ortak bir dille olmalı. Tabi bu ütopik bir şey yani. Ama teori olarak batıdaki teorisyenler bunu sık sık gündeme getiriyorlar.

F.M : Çocukları ademin dilini nasıl unutmuşlar, nasıl olmuş o?

H.A : Bunun teolojik bir izahı var. Benim kırkambar kitabının sonunda dil felsefesi  adıyla bir yazı var.

F.M : Güzel, oraya da bakacağız… Bir de hayatın gerçekleri diye bir şey var. Bu gerçekler üzerine de adamlar harıl harıl çalışıyorlar. Bu çalışmalar sonucunda açığa çıkan şeyler de var. Bilgiler var. Biz bunlara bilimsel bilgiler diyoruz. Bunlar da gerçekten çok önemli. Yani sen dili mitolojiyle açıklarsın ama pek işe yaramaz yani

H.A : Mitoloji sadece bir kısmıdır.

F.M : Edebiyatta bir malzemedir mitoloji. Bunu edebiyatta kullanabiliriz ama gerçekte pek işe yaramaz. Şunu belirtmek istiyorum; yaşadığımız hayatta ihtiyaç olmayan hiçbir şey zuhur etmiyor, bu çok açık bir şey.
…………
Maksut KOTO :  Hasan hocam, sizce şiir Rize’nin neresinde? Nerelerinde geziniyor?

F.M : Şu anda şiir Rize’nin doğu ucunda.

H.A : Geçen eşimle onu konuştuk. Şiirle ilgili dört kişiyi zor buluyoruz. Rize’nin nüfusu kaç? 123 bin, binde kaç ediyor?

Ensar SARGIN : 4/123bin... 30 binde bir oluyor...

H.A : Daha ulaşamadığımız adamlar var diyelim. Zorlayalım 8 olsun, 10 olsun. 20 olsun... Neye yarar ki.

M.K : Hocam siz benim soruma cevap vermediniz; şiir Rize’nin neresinde?

H.A : Şiir şuurdur. Şiir önce bireyde başlar, sonra şehre yayılır. Yani şiir şehrin şuurudur. Etimoloji olarak da şiirle şehir birbirine yakındır. Çünkü, şiir şehirde üretilir. Köyde şiir üretilmez. Çünkü kültür şehirde üretilir.

E.S : Yani üst tabakanın bir işi.

H.A : : Mesela Ahmet Mithat avam için roman yazmış, kaç kişi Ahmet Mithat’ın kitabını okudu. Bir Allah’ın kulu okumadı.

F.M : Ağabey avam kafasını kaldıramıyor ki ne yapsın. Akşama kadar karnını doyurmanın peşinde.

H.A : Avam akşama kadar, sabaha kadar kahvelerde okey oynuyor. Bırak bu işleri.

M. K : Hocam siz şehirde mi şiir yazılır dediniz?

H. A : Şehir, kültürün üretildiği yerdir. Şehir, şiirin üretildiği yerdir.

M.K : O zaman köyde şiir yaşanılır, şehirde yazılır. Öyle denilebilir mi?

H.A : Köydeki bireysel bir şeydir. İlgi duyulur. Karacaoğlan gibi mesela. O tarz bir şey üretilir.

M.K : Tamam da hocam şiir sadece yazmakla mı ilgilidir? Yaşamak diye bir şey var.

H.A : Tabii ki yaşamak boyutu ayrı bir şeydir.

M.K : Ben zaten şiir yazmak demedim. Şiir Rize’nin neresinde dedim.

H.A : Şiir Rize’nin hiçbir yerinde. Biz maalesef sükut suikastlarıyla insanları ortadan kaldırıyoruz. Bir insanın değerini yaşarken bilmeli. Öldükten sonra değerini bilsen ne olur, bilmesen ne olur. Onu tarih bilecek ya da bilmeyecektir. Ama bizim bilmemiz önemlidir. Hallacı Mansur’u yaşarken herkes taşlamış, öldükten sonra herkes hakkında şiir yazmış. Pir Sultan’ı herkes taşlamış. Öldükten sonra herkes Pir Sultan hakkında methiyeler düzüyor, ayinler yapıyor, semahlar dönüyor. Pir Sultan diye bir semah var mesela.

F. M : Hasan hocan, şiir yok deyip kesip attı. Soruyu sen sordun Maksut. Sana göre şiir Rize’nin neresinde?

M.K : Bir memlekette şair varsa, orada şiir var demektir. Yoksa, orası ölmüş demektir. Burada şair yaşıyor mu yaşıyor. O halde şiir her yerdedir…

H.A : Rize’de öyle şiir var tabii ki. Ama ben bireysellik anlamında şiirden bahsetmiyorum. sosyolojik anlamda bir şiirden bahsediyorum. Sen bireysel olarak şiir yaz, en güzelini yaz… Gelsin Yahya Kemal Rize’de şiir yazsın. Bir şiir ortamı var mı?

M.K : Siz hocam o zaman müritliği savunuyorsunuz. Etrafında onlarca kişi olacak falan. Şiir var hocam. Yazıyorsan var demektir.

H.A : : Maksut bu bireysel bir şeydir.

M.K : Nasıl yani açıklar mısın hocam? Evrensel olması için ne olmalı?

H.A : Evrensel olması daha sonraki iştir. Yahya Kemal’in bir sözü var; Yahya Kemal’e soruyorlar, Osmanlı nüfusu kaç diye. 40-50 milyon falan diyor. Nasıl olur ya diyorlar.En son ondu falan. Olsun olsun 12-14 olsun. Biz mezardakileri de sayarız diyor. Anlatabildim mi? Biz kendimizi burada şair sayıyoruz diyelim. Ben demiyorum ama varsayalım öyle. Burada kaç kişi var böyle? Git şu lokantalara bak. Hepsi tıka basa dolu. Herkes ilgilensin demiyorum. zaten şiir avam işi değil ama 120 bin kişiden 3-4 kişi ilgilensin... Böyle bir şey olmaz. Bu nedir? Biz delirmemek, çıldırmamak için bir araya geliyoruz. Kendi kendimizi kandırıyoruz. olay bundan ibaret. Yoksa çıldıracağız arkadaş. Şiir yazmasak yani.

M.K : Hocam şiir yazsak da çıldırıyoruz.

H.A : Şiir seni dizginliyor yani. Boşalıyorsun, ferahlıyorsun. olay bitiyor.

M.K : Hocam senin dediğine göre büyük şehirler hariç hiç bir yerde şiir yok.

H.A : Orada var demedim.

M.K : O zaman hiçbir yerde yok. Nerde o zaman şiir? hangi deliğe kaçtı? şiir nerde hocam...

H.A : Şiir girdiği mahzenlerde bizi bekliyor. Ben onu Yemen’de yakaladım.

F.M : Şiir nerde Ensar kardeşim?

E.S : Şiiri birazdan Hasan hoca getirecek...

M.K : Bu kaçamak bir cevap.

E.S : Bence şiir hiçbir yerde değil.

H.A : Şiir hiçbir yerde değildir ama her yerdedir. Bu tarif Allah tarifine benzer. Allah hiçbir yerde değildir ama her yerdedir. Çünkü Allah evreni şuurlar ve cezbeyle yaratmıştır. Şuur yönü, fikir yönüdür, cezbe yönü şuur yönüdür. Semada da bir devir yapılır. Kainatın var oluş felsefesini sembolik olarak dile getirmektir o. Şiir sadece fikir değildir. şiir sadece cezbe de değildir. Bir zamanlar ben 8 binin üzerinde şiir tarifi bulmuştum. Ama hiçbirisi de tam bir tarif değildi. Hepsi bir tarafından bakıyordu şiire. Tanpınar’ın deyimiyle biz ne şiirin içindeyiz ne de dışındayız ama biz içinde olmak istiyoruz. İçinde olmak için de sosyolojik şartların elverişli olması lazım. Yoksa şiir vardır yoktur... Şiir vardır tabii ki. Yoksa şiir ölmedi, o açıdan bakılırsa. Fütüristler gibi "şiir öldü" diye manifesto yapmadık. "İlerde teknoloji gelişecek, insanlar para kazanacak, zenginleşecek, şiire ihtiyaç kalmayacak" diye bir beyannameleri var. Öyle değil ama. İnsan ne kadar zengin olursa olsun, duyguyu öldüremedikten sonra şiir var olacaktır. Kıyamete kadar var olacaktır. Ama öyle ama böyle şiir kaybolacak bir şey değildir. Formatı değişir, kılıktan kılığa girer ama var olur hep.

M.K : Hocam şu an çok büyük bir şeyi savundunuz. O zaman günümüzdeki şiir avuntu bir şiir midir?

H.A : Hayır. Kendini avutma yönü vardır ama Fatin’in buradan çıkması, senin buradan çıkman... Bu, çölün ortasında açan cehennem gülüne benzer. 120 bin kişiden 3 kişi, 4 kişi çıkmış.

M. K : Bu da onu şiir yapmaz mı?

H.A : Yapar ama olaya diyalektik açıdan bakmak gerek. Hem var hem de yok. Yani mutlak anlamda bir yokluk değil bu.

M.K : Ensar sen ne düşünüyorsun bu konuda?

E.S : Ben şiirin, yaşanılan yer ile ilgili olduğunu düşünmüyorum. Şiir insanın içinde ya da dünyasında var olan bir şey. Yaşanılan yer, yaşadığın çevre ona bir elbise giydirir diye düşünüyorum. İnsan ruhunun üstüne giydirilen beden elbisesi gibi. Yani maddileştirirsin onu. Yazıya dökersin, maddi, görünen olur. Geçenlerde fizikçi Richard Feynman’ın bir konferansını dinlemiştim. Diyor ki; doktora yaptığım sıralarda, eve döndüğümde babam, bana bir soru yöneltti. Atomun çevresindeki elektronlar farklı seviyelere geçince ışık oluşuyormuş diye duydum dedi, babam. Yani ışık fotonu yayılıyormuş atomdan. Evet dedim baba, doğru biliyorsun. Peki dedi, bu ışık fotonu atomun neresinden çıkıyor? Neresinde var ki yayılıyor oradan?  Cevap veremedim diyor. Çünkü bunun bir cevabı bende yoktu. Nasıl ki kelimeler ağzımızdan çıkınca bunu bedenimizde bir kelime torbasının varlığına bağlayamayız, herhalde bu da öyle bir şey olsa gerek. Yani maddileştiririz kelimeleri, yazıya dökeriz... Ben de şiiri öyle düşünüyorum. Alt ontolojik anlamda soyut bir şey ama yaşanılan çevre onu somutlaştırır. Bunun başka bir ülkede ya başka bir şehirde yapılması sadece elbisesinin değişmesi anlamına gelir. İmgelerin değişir belki, daha akıcı olur belki ama şiir gene aynı şiirdir.

H.A : Söylemine katılıyorum. Üretim anlamında doğru bir yaklaşım bence. Bu anlamda şiir Rize’nin her yerinde ama hiçbir yerinde.

M.K : Şiir bilgi barındırmaz.

E.S : Şiir bilgi barındırmaz ama birikim barındırır.

H.A : Şiir bilgi için yazılmaz ama bilgi de olabilir şiirde. Şiir bilgi için yazılırsa bilim olur.

F.M : Bilimler açığa çıkmadan önce şairler bütün bilimcilerin yaptıkları işleri de yükleniyordu. O zamanki şiirler hem teolojik bilgi, hem doğa ile ilgili bilgi barındırıyordu. Bunu sıklıkla kullanıyorlardı. Ama bunlar bilimlerin açığa çıkmasından önceki bir durumdu.

M.K : Fatin ağabey sence şiir nerededir?

F.M : Tabii ki şiir her yerdedir. Rize’nin her yerinde şiiri bulamayabilirsin ama şiiri yanında taşıyorsan şiir her yerdedir.

H.A : Şunu da diyebiliriz belki, şairin uğradığı her yerde şiir vardır. Biraz da bakış açısı olayıdır. Rize’nin doğasını, manzarasını herkes görebiliyor ama kaç kişi şiir yazabiliyor. Mühim olan ona sanatsal bir perspektifle bakabilmektir.

E.S : Bu anlamda yontulmak mı gerekiyor?

H.A : Görmesi için bir sanatsal ruh imgeliği olması lazım. Bakmakla olacak iş değil. Bakmakla öğrenilseydi kedilerin hepsi kasap olurdu. Herkesin önünden geçip gittiği bir taş için sanatçı bir şiir yazabiliyor. Milyonlarca insan için o taş pek bir anlam ifade etmiyor.

F.M : Hocam şiir yapı olarak insanın içinde var. İçsel yapı olarak...

H.A : Şiir her insanın içinde vardır ama içte kalmıştır. Dışarı çıkamıyordur.

F.M : İşte hocam bunu yazana biz şair diyoruz ya. Şair içinde barındırdığı o yapıyla karşılaştığı şeylerin ilişkisini kuruyor zaten.

H.A : Şöyle diyebilir miyiz? Şair, kainatı ve insanı en iyi okuyan kişidir.

F.M : Kendine göre okuyor aslında, bireysel bir şey yani.


 H.A : Tabii. Öyle olması da gerek. Nasıl ki sevda herkesin içinde nokta kadardır. Kişi âşık olmazsa o nokta orda ömrü billah kalır. Âşık olamıyorsa, kazma gelmiş kazma gidiyorsa nokta olarak kalır. Her insan aşık olamaz ki manevi yönü de vardır aşkın.

E.S : Beşere karşı aşk olmaz. Beşer basamak olarak kullanılır. Mecnun’un Leyla’sı gibi.

F.M : Şimdi aşk olmadan şiir yazılmaz mı Hasan hocam? Ensar öyle mi? Benim bir arkadaşım vardı, şiiri biz yanlış yazıyoruz derdi. Öyle bir şiir yazmalıyız ki içinde hiç duygu olmamalı, derdi.

H.A : Fütüristlerin görüşü bu.

F.M : : Şiirde aşk doğru bir şey mi? Yani aşksız şiir yazılmaz işi...

H.A : Aşk cevherde gizli bir şeydir.

M.K : Mecnun Leyla için çöle düştü, Rize’de çöl mü vardı ki düşmedik…

F.M : Herkesin bir çölü var Maksut. Çöl yoksa Rize’de deniz var. Şurada bir kayığa binsen, açılsan… Bıraksan kendini denizin haline, seni öyle yerlere götürür ki

M.K : Yani şöyle diyebiliriz Fatin abi; aşk, şiirin doruğuna ulaştırır. Duygular ise doruğuna koşturur. Her şiir aşk ile yazılmaz ama duygularla yazılabilir. Mesela ölüm duygusu, acı duygusu. Bunlar arasındaki doruğa ulaştıran en büyük etki aşktır. Bu anlamda duygusuz şiir olmaz. Soyut şiir duygulardan ayıklanmaya çalışılır ama o da sonuçta bir duygudur. Soyutlanmak  da bir duygudur.

F.M : Aşk farklı bir şeydir, duygular farklı bir şey. İyi duygularla iyi edebiyat yapılmaz derler.

H.A : Zaten sanat dediğimiz şey problemden ibarettir. Bir adamın bir eli balda bir eli kaymakta ise bu adamın sanatla ilişkisi olmaz ki. Sanat, derdi, sıkıntısı olan, hayatın sillesini yemiş, ızdırabını çeken insanlarda olur yani.

F.M : Hocam sanatçılar hayata bir tür tepki veriyorlar değil mi?

H.A : Biz bu dünyada bir tepkiyiz. Kendi çapımızda, biz de en azından belgeye döküyoruz, şiir kitabı yayımlamak o demektir. Şiir başlı başına bir manifestodur yani. Şiir yazmışsan bir şeyleri protesto ediyorsundur zaten. Çok da duygusal yazsan bu böyledir. Orhan Veli’nin şiirinin arka planında bir tepki vardır. Ahmet Haşim’in şiirinin arka planında muhteşem bir tepki vardır. Başlangıçta dedik ya, şiir şuurdur. şuur da başlı başına bir tepkidir aslında.

F.M : Ensar, her madde, her canlı doğada bir tepki verir. taşın da bir tepkisi var. Şairin de kendi dünyasında bir tepkisi var. Şairin bu tepkisini nasıl anlayabiliriz? Nereye yerleştirebiliriz?

E.S : Şahsen sanatçının verdiği tepkinin çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Hatta bazen canlı dediğimiz bir varlığın cansız bir varlıktan daha profesyonel bir tepki verdiğine de şahit olabiliriz. Bu bağlamda çok farklı bulmuyorum. Bu aslında bizi mükemmellik kavramına da götürür. Doğada uyum, simetri deriz. Bazılarına göre doğada böyle bir şey yoktur. Her varlık kendine göre gerektiği biçimde tepki verir. Birikimlerine göre...

F.M : Abartılı bir şey yok diyorsun?

E.S : Doğadan sanatçıya olan etkiye göre tepki verir sanatçı,.mesela bazı sanatçılar doğadan farklı sinyaller alır. Ona göre tepki verir. Biz bunu farklı algılarız. Çok da farklı olduğunu düşünmüyorum yani.

M.K : Yani bir şair şiirle tepki veriyor, bir ressam resimle...

E.S : Hatta bunu biraz daha farklı örneklemeyle; hani deriz ya bazı insanlar birikim olarak mükemmeldir ama tutup da bir ozan o kişiyi cümleleriyle alt edebilir. Madem  o kişi mükemmel, neden böyle bir sonuçla karşılaşılıyor.

M.K : Tepkiler yarışır mı sence?

E.S : Yarıştırmak istersen tabii ki yarışır. Bir müzikle bir şiiri yarıştırıyorsun, bir resmi yarıştırıyorsun. İstersen olur.

M.K : Yani bu olması gereken bir şey, diyorsun…