
Şiir düşmüş bilinçaltına hayatın
zihnin pıhtısına
karanlığın kuytusuna düşmüş
yenilginin ortasına
-Gece uzayacak
koca bir el tutup okşayacak yelemizi
bir anne şefkatiyle -
Toprak, kokusuna uzak düşmüş
insan işçiliği düşmüş tanrıların payına
uyku; gökyüzünün çocukluğu
katışıksız erinç
-Akvaryumda bir balık
boğulacak susuzluktan
buğusu dağılacak camın -
Ab-ı sevda düşmüş rakımıza
kadeh havada kaskatı kesilmiş
aşk kavminden sarhoşuz, müebbetiz
-Bedeli hayat ise ölümün-
Sonbahar rüzgârı yaprağa
Gel dedi usulca
Gel dedi bir gün
İlkbahar esintisi yaprağa
Gel dedi yeşilce
Ovada yaşamla uğraşmağa
Gel dedi bir gün
Yaz rüzgârı yaprağa
Gel dedi ateşçe
Kızgın güneşle yanmağa
Gel dedi bir gün
Kış rüzgârı boşluğa
Gel dedi bıkkınca
Kırda ikili donmağa
Gel dedi bir gün
Bir insan, insanlığa
Gel dedi sokağa
Yol almağa! hak bulmağa!
2001
O ateşkeste
Toplanırken yaralılar, ölüler
Baktı bizimkiler
Göğsünde Osmanlı madalyaları
Dolaşıyor alanı, yaşlı bir asker
Bir yandan fotoğraf çekerek
Sevgiyle sesleniyordu herkese
Herkesten biraz fazla insan olan bu adam
Sigara alıp verirken “düşman” askerler
Tanıdılar Plevne Ryan’ı
Osmanlı-Rus Savaşı’nda (*)
Emrinde Gazi Osman Paşa’nın
Doktoruymuş bizim birliklerimizin
Ne garip, şimdi karşı cephede
Charles Snodgrass Ryan
Nam-ı diğer Plevne Ryan
Öyle de böyle de
İnsan, hem de, ne insan!
(*) Şairin, Tekin Yayınevi’nde çıkacak Çanakkale İçinde adlı kitabından.

serin bir kuyunun başında
taştan kanatlarını düşünürüm
ovada eflatun zamanına batan
nar ağaçlarının,
selim berakat’ın yazdığı kırmızı mürekkebin
deltasında dururum,
çarşıların derinliklerinde uyuyan taşlardan
enkido’nun masalını dinlerim ara ara;
buluttan gemiler taşımıştı teyzemin ölü bedenini,
ilk o gün
toprak damdan ovadaki hüzün kuşunu gördüm.

ağzında vedalı bir şiir
gitme, sonbahar
oluyorum, sonrası hiç*
kırlangıcımsın.
sevememişim küfürbazım
içliyim
yanlış bir adamı
taşımışım hep
kıyacaksan gecenin
birazını bekle
yıldızlar, söğüt ağacı,
saçlarını yaktığın şehir
hiç kimse bilmemeli seni
öptüğümü.
bir şehir var nasıl
yalnız kalabilir ki
karanfiller çağırıyor
beni oralara
Çingeneler, sarhoş
deniz, dizinde uyuduğum bank
birilerini daha bizim
gibi ağırlıyor.
takıntılıyım !
sevilmişim, hepsi bizden
epeyce soğuk buralar
anla beni
üşüyorum sanma birazcık
deliyim
hani sabahın bilmem
kaçında güldüğümü
bir sen bilirsin.
gidemezsin yani
gidilecek bir yer değilim
bildiğin gibi mevsimleri
de bekletemem
beni öptüğün yerlerimden
ilk bahar gelir
çoğalırım.
dilinde küfürlü bir şiir
olmalı
hani arada beni şaşırtan
acayip güzel olsun diye
değil
gerektiğinden…
ağzında vedalı bir şiir
beni unutturacak sandın
her gün okuduğunda
…
* HASAN HÜSEYİN
XLVII.
Biz aşağıda imzası eksik olanlar
Karda tipide kayıp izleri aradık en çok
Günah tam da pusuya yatmış avını kolluyordu
Hiçbirimiz korkudan uyuyamadık
Donarız diye şarkı söyledik koyun koyuna
Erken bunama kapıyı kaldığında kim o bile diyemedik
Sersem salak ipe un serdi en cevvalimiz
Şarjörde tek kurşun vardı ve aklımıza sadece Rus ruleti
geliyordu
Kirayı geciktirmiş öğrenci evi mahcubiyeti vardı üzerimizde
Bulaşıklar dağ gibi birikmiş, dağa giden yolları cemseler
tutmuştu
Biz aşağıda imzası eksik olanlar
Ne bir küfür kadar ağır yük taşıdık yokuşta
Ne ölüm ilanına yakışan bir fotoğrafımız vardı
GELMEZEM GAZELİ - ALİ TAŞ
Kırıldım
bir kere sevgili çağırsa divana gelmezem.
Hatadan
vazgelse karar benim değil mi yanına gelmezem.
Bağrım
bin yanmıştır, üstüme varmayın, düzelmek öyle zor.
Lazımsa
pişmanlık güvenim de yoktur, yakına gelmezem.
Seviden
men olan kendini tek bilir aklı ermez kalbe.
Bir
gün feryat eder, geç olur güç olur, zârınagelmezem.
Bana
hançer zehir, hakkıma ihanet, daha ne ne olsun?
Dinimi
unuttum, aşkı rezil bilip imana gelmezem.
KARŞI DÜŞ - FATİN R. MUMCU

Annemin kucağına
Babam, gelmesin birazdan…
Dillerinde ahla!
Gidilmemiş o ülkeyi küstürmesin gözlerin
İstemem, kalabalıkları şımartmanı sevgilim.
Anka’nın yetimleri karşılasın bizi
Yağmalarız aşklarla gölgelerimizi.
Belki Orhan Veli’yle buluşuruz bir sapakta
Şarap içer pek çok gönül kırarız…
Çukurlardan atlayıp ha!
Darılmaz ki;
Uçurtmalarını taşlarız,
Biz sevgiliyiz deriz
Oradan uzaklaşırız.
Uçsuz bucaksız değil ya gövdelerimiz
Galata köprüsünde tekrar karşılaşırız.
Yakamızda çoğalır ecenin gümbürtüleri
Garipsiyormuşuz gibi hayallerimizi.
Biliyorsun değil mi?
Hangi çokgen
Sığınağıdır yalnızlığın!
Biz gidelim mevsimler bekleyip dursun
Çocuklar başka baharları da atlatır.
Dudakların gökler gibi perişan
Küllere mi?
Daldırılmış gençliğim.
Saçların ne kadar hoş…
Tamam, geceyi kıskanıyor,
Şiirler söylesem de büyüsen…
Haydi, göğe bırakalım ellerimizi
Yoksa Barbarların Karadeniz’i
Sarılacak Orhan Veli’ye!
TESADÜF - ADNAN GÜL
(-kalp diyorum dört göz ya hani, dördü de görür
insan bir bakar, kalp dört görür ya insanı
derim ki, bir göz de biz eklesek, fena mı
çevirsek dost aynasını kalbine göğün
dalsak seyrine dalsız yapraksız umudun
süzülüşünü ota minnetsiz yüklü bulutun
görsek doğrunun da yerinin olduğunu
baş koyacak omzun nihayet bulunduğunu
bu mesaj yalınızca otlara mı…
insan kapıldığında anlıyor kendi seline,
kırık bir çiçeğin aşk olma hevesini
sanki bir şehir batıyor altında tesadüf…
düştüğünde anlıyor insan dost mesafesini
rengin başka rengini,
dünün dününü, yarının bugününü
olmaya tesadüftür, bahşeder insana
dünya hediyesini…
nasıl susar ki seni çökük şakaklı şehirler,
nasıl susar ki, seni kavil kardaşı umutların
şehirde büyük şart, umutta gerekmiyor
bak, şaşı yalnızlıklar edindim hasret bastıkça
beyaz mı kirlendi, fırça artığı mıyım, yok yerim
bağışla, huyumdur gecikmek, her resme ustabaşı
oysa bizdik atıp duran bu kuyuya ilk taşı
heyhat, yüzünü bulanık gösterir her nesne
varsam mı tazeleyip umudu üzerine,
hayli oldu onun da yaşı…
her şeyde hayat var,
hayatta her şey var mı demeliydim mustafa
hani denemedik değil kıtalararasıuzun paslar
durmadık değil selam içimizdeki sılaya
verkaçlara girmedik değil elhamdülillah
her şey tesadüf…
oysa iki kelimelik misafirdik bu alfabede
herkes uslu rolü oynamakla mükellefti…
topu olana kurdurmakla bitmez oyunu…
ya sonra…)
HATIRA KILAVUZU - C.TANJU BUÇAK
gülümseyen
çiçekler çiziyorum burada
oraya buraya
saçılmış bakışlarını
yanaklarını
inceliyorum
güneşlenen
gülüşlerin
tembelliğin
beşiğinde sallanırken
çürüyen
fotoğraflarla
açıyorum
göğsünün albümünü
gökyüzünde
hiç, hiçbir şeyin üzerinde duran –bak
hatıran
burada senden daha yüksek
o çalışmıyor
çünkü o biteviye
yerinde
sayarak kendine çalışan
uykunun
kapısı gibi duran
dünyanın
kenarında
yağmurun
arkasında nefes alıyorsun
buradan
bakınca
çiçeklerle
gülümseyen
tohumlar
çiçekleniyor
her insanın
kendine özel parmak izleri
çözülmüş
sıradanlıklarla
yıldızlarla
parlayan
parçalanmış
aynalarla.
kendini
karşısına alıyor insan
sahi,
gökyüzü nasıl bu kadar eğilir
nasıl
bulutların arkasına demirlemiş isimlerimiz
böyle fırıl
fırıl dönerken
BİR PINARLI LİDA'YA - AYTEN MUTLU
derin sözüyle günün, şiirin hevesiyle
Güre’den esen rüzgârın nefesiyle
sesimde ülkemin haykıran sessizliği
uzandım İda’nın titreyen ellerine
Artemis’in toprağına gölgeler sinmiş
üzgün kırlarda yazın son ezgileri
lir sesinin aşka düşen giziyle
anlatıyor Afrodit’in solan güzelliğini
güneşin denize savrulan küllerine
İda naçar, İda’yı siyanür tanrılar basmış
çağımın tanrıları, paranın tanrıları
asmış tabelasını Sarıkız’ın boynuna
Sarıkız’ın etekleri gözyaşıyla ıpıslak
Güre’nin gür yemişleri usulca çürümede
Ölümüne düelloda insan ve zaman
İda’da zaman taştan kayadan ağır
yerde talan gökte yalandan ağır
İda yorgun, zeytin gizli bir yasta
İda’da altın insandan daha ağır
ve sağır yürekler İda’nın çığlığına
SİYAH VE ZAMAN - NEVİN KOÇOĞLU

yıkıldı o kuru dala yaslanmış bahçe duvarı
Dokunulmaz taş kaseler kırıldı tereklerde
koyu bir siyah sızıyor ağır ağır duvardan
Ölüm kan ve zaman
Biz kırsak şimdi ışığın kadehini alnımızda
biliyorum soyulur fail gömlekleri sırtımızdan
sıyrılır mühürlenmiş bellek tohumdan
Koza döl ve zaman
DİYETİ ÖMÜRLE ÖDENEN - MELİHA ÜNAL KAR
geçerken yılların darboğazından
çakır dikenlerine bulanıp
eşleşsem de
açmazlarıyla
umarı yitse de günlerin
omuzlamam;
derme çatma gülüşlerin,
kendine paye
biçen hallerini.
hem iğnesi hem ipliğiyim kendimin
körün gözüne yıldız işlerim
kederin gergefinde.
modası geçmez erdemin
devir dönse de çemberinde.
ansızın biçilse aklımın ekini
kaç eyvah eskitir civan dilim.
acımasızlıkların tufanına,
gelip gidip uğradığı da olur
bitek yanı
emeklerimin.
düşlem otağımın sebatı,
bir ipek böceği tutkusuyla
ay salar suların kurşuni uykusuna
canımda gönenir gül büyüsü
suskunluğu yatırsam da sesime
hırsla kalkan kartalın,
zıvanadan çıkmışlığını kuşandırır
uçurtma ufkuna gerilen tel örgüsü
ne içli yanıdır ah!
evlerin ekmeksiz günleri
hüzün örtünse bir kadın
roman ötesi
yüzüne
tılsımı tükenir ocağımın.
hiçbir mesel bir can üflemez
dolar eteğime gün ölüsü
anlayıp anlatılamayandır aşk
eksik aya eklenmiş artık yıl
gibi, ayrıksı durur içerimde
huşu bilip huzur duyamadığım
omzu fırtınaya tutulmamış daha
ne bilir geyik çığlığındaki yokuşu
ağacı ağaç, çiçeği çiçek bilenin
neresindedir mesele?
hayatın telefi gibi bakan gözlerin,
durulmayan sular saklıdır iç cebinde.
benimki:
kelebekleri vurulan coğrafyalarda
kimsesizlerin elemiyle her bahar
bir maviye bin can bağlayan
dağ evi yalnızlığında huzur bekçiliği
ey özlemleri hüzne karan yaşam
yaraya merhem kaldıysa yedeğinde
ya ağlayan özneleri sar bağrına
ya nehirlerin burgacına at imgemi!
ah! diyeti ömürle ödenen dirlik,

Ekini kavuran sıcak altında
kan-ter içindeki ırgatın orak biçmesidir
sana olan hasretim
Ve bir Kürt kızının tevn işlemesi
İlmek ilmek aşkla…
Güneşin kayalara vurmasıdır
Sana olan hasretim
bir çocuğun memeyi ilk tutması
karıncanın suya varmasıdır
Sana olan hasretim
bir damlanın yaprakta ışıması
ve dudaklarımda sâkinin sunduğu meydir
Radyodaki keman taksimidir
sana olan hasretim.
Ve Adıyaman tütünüdür beni sarhoş eden.
BİR DERVİŞ POSTUNDA - ENSAR SARGIN

İşkembeden şarkılar söyledik, söyleştik
Söylendik
Acıları dörtledik
Bir şiirdi yalnızlık, okuduk, tükettik
Okunmayan ezanı geceye, aminsiz yakarışı sehere bırakmadık
Duvarlarımızda dünden kalma heybetli yüzler
Kadehimize zılgıt heceler düşer
Ocakta en aşüfte gençliğimiz pişer
Bir derviş postunda delikanlı olduk
Fikirler mevzilendi
Tarumar olduk
Başımız gölge etti, yalnızlığa zay olduk
Kanadımızda bir ses
İnce bir rüzgar olduk
Geçtikçe dirim dirim, yol olduk, yoldaş olduk
Bir derviş postunda ölüştük
Yağmurun kucağında kaldık
Şiire tövbe dedik
Tövbe
Tanrı senin üstüne düşmesin
Açık kalsın meramın
Yoksunluğun akmasın
Bir derviş postunu bölüştük
Kimi mayısta çekti gitti
Kimi dürdaneye yandı gitti
Kaç ikindi yağdık
Toprağı doğurtmak için
Kaç perde düştük
Sevdayı yırtmak için
Bir derviş postunda saklı kaldık
Korkulu düşlerimizin öksüzü olduk
Bir nota kadar yakın
Ayyaş hokkası kadar sebepsiz olduk
Bir derviş postunda açtık
Her mevsim açardık ya
Baharımız eskimez
Kışımıza kar damlamazdı
Duvarımız eskise de
Resimlerimizde siyaha çalan heyecanlar kalsa da
Denizin öbür ucunda hep sıcak bir döşek olduk
Girdik, seviştik
Aşka yasak diyen kadın
Gözlerine düşüp geceyi talan ettik
Duman ektik
Kül biçtik
Aşkın gözüne kızıl mil çektik
Sevdik
Yine onsuzluğu sevdik
Bir derviş postunda
Alıp başımızı gittik
Kan kokan yollardan
geçtik
BEŞİKSİZ GECE - YUNUS EMRE ÖKSÜZ
Şaraptan aşırılmış esrik duygular
ilk ayılan bir sokak lambası
gölgelemek için kadehleri.
Boynunda uyuttuğum dudaklar
Boynunda uyuttuğum dudaklar
ezdikce çürütecek üzümü
tutuklarsa seviyi
saçların tutuklar
uçlarından bağlayıp göğsüme.
Gök çekmişken yorganını üstüne
Gök çekmişken yorganını üstüne
esrikliğimizi tatmanın tam zamanıdır
şahittir göğe açılan pencere, gözlerin kalkanı
loş bir perde.
Bağışlandı bu gece uykular
Bağışlandı bu gece uykular
öp sakalımın ucundaki şiiri
beni yeni alemlere hazırla..
SABAHTAN SAYIKLAMA - İDRİS SEZGİN
gece saçlarında çaylak
bir dudak kızarıklığıyla
terli tüysüz boynun
arpa boyu uzuyor şiirsiz aşk
farkında mısın bilmem
nietzsche'nin bıyıklarından güzel
bıyıklarım
bıyıklarım
mutluyken kudretliyimdir sus pus
donsuz yasalardan
söz binek atı
acı ve güzelliğin şımarıklığında
bukowski'yle katır yarıştırmak vardı
tanrı sarayında
biranın bedeninden şair kadınlar aksa
harflerinle dikiyorum yaramı
ben bazen böyle ahmak
ah be sevgilim
yine de aşk kalbe muska.