Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

ŞİİRLER



MÜEBBET - TOZAN ALKAN

Şiir düşmüş bilinçaltına hayatın
zihnin pıhtısına 
karanlığın kuytusuna düşmüş 
yenilginin ortasına 

-Gece uzayacak
koca bir el tutup okşayacak yelemizi  
bir anne şefkatiyle

Toprak, kokusuna uzak düşmüş  
insan işçiliği düşmüş tanrıların payına
uyku; gökyüzünün çocukluğu
katışıksız erinç

-Akvaryumda bir balık 
boğulacak susuzluktan 
buğusu dağılacak camın -

Ab-ı sevda düşmüş rakımıza 
kadeh havada kaskatı kesilmiş 
aşk kavminden sarhoşuz,  müebbetiz 


-Bedeli hayat ise ölümün-


            

Gel dedi bir gün
Sonbahar rüzgârı yaprağa 
Gel dedi usulca 
Ölgün güneşle oynaşmağa

Gel dedi bir gün 
İlkbahar esintisi yaprağa
Gel dedi yeşilce 
Ovada yaşamla uğraşmağa

Gel dedi bir gün 
Yaz rüzgârı yaprağa 
Gel dedi ateşçe 
Kızgın güneşle yanmağa

Gel dedi bir gün 
Kış rüzgârı boşluğa 
Gel dedi bıkkınca
Kırda ikili donmağa

Gel dedi bir gün 
Bir insan, insanlığa 
Gel dedi sokağa 
Yol almağa! hak bulmağa! 

                2001





O ateşkeste
Toplanırken yaralılar, ölüler
Baktı bizimkiler
Göğsünde Osmanlı madalyaları
Dolaşıyor alanı, yaşlı bir asker
Bir yandan fotoğraf çekerek

Sevgiyle sesleniyordu herkese
Herkesten biraz fazla insan olan bu adam
Sigara alıp verirken “düşman” askerler
Tanıdılar Plevne Ryan’ı
Osmanlı-Rus Savaşı’nda (*) 
Emrinde Gazi Osman Paşa’nın
Doktoruymuş bizim birliklerimizin

Ne garip, şimdi karşı cephede
Charles Snodgrass Ryan
Nam-ı diğer Plevne Ryan
Öyle de böyle de
İnsan, hem de, ne insan!

(*) Şairin, Tekin Yayınevi’nde çıkacak  Çanakkale İçinde adlı kitabından. 




DELTA- METİN FINDIKÇI


serin bir kuyunun başında
taştan kanatlarını düşünürüm
ovada eflatun zamanına batan
nar ağaçlarının,
selim berakat’ın yazdığı kırmızı mürekkebin
deltasında dururum,

çarşıların derinliklerinde uyuyan taşlardan
enkido’nun masalını dinlerim ara ara;
buluttan gemiler taşımıştı teyzemin ölü bedenini,
ilk o gün
toprak damdan ovadaki hüzün kuşunu gördüm.




AĞZINDA VEDALI BİR ŞİİR - MAKSUT KOTO

ağzında vedalı bir şiir

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç*
kırlangıcımsın.

sevememişim küfürbazım içliyim
yanlış bir adamı taşımışım hep
kıyacaksan gecenin birazını bekle
yıldızlar, söğüt ağacı, saçlarını yaktığın şehir
hiç kimse bilmemeli seni öptüğümü.

bir şehir var nasıl yalnız kalabilir ki
karanfiller çağırıyor beni oralara
Çingeneler, sarhoş deniz, dizinde uyuduğum bank
birilerini daha bizim gibi ağırlıyor.

takıntılıyım ! sevilmişim, hepsi bizden
epeyce soğuk buralar anla beni
üşüyorum sanma birazcık deliyim
hani sabahın bilmem kaçında güldüğümü
bir sen bilirsin.

gidemezsin yani gidilecek bir yer değilim
bildiğin gibi mevsimleri de bekletemem
beni öptüğün yerlerimden ilk bahar gelir
çoğalırım.

dilinde küfürlü bir şiir olmalı
hani arada beni şaşırtan
acayip güzel olsun diye değil
gerektiğinden…

ağzında vedalı bir şiir
beni unutturacak sandın
her gün okuduğunda

* HASAN HÜSEYİN



FACEBOOK ŞİİRLERİ - CİHAN OĞUZ 

XLVII.

Biz aşağıda imzası eksik olanlar
Karda tipide kayıp izleri aradık en çok
Günah tam da pusuya yatmış avını kolluyordu
Hiçbirimiz korkudan uyuyamadık
Donarız diye şarkı söyledik koyun koyuna

Erken bunama kapıyı kaldığında kim o bile diyemedik
Sersem salak ipe un serdi en cevvalimiz
Şarjörde tek kurşun vardı ve aklımıza sadece Rus ruleti geliyordu

Kirayı geciktirmiş öğrenci evi mahcubiyeti vardı üzerimizde
Bulaşıklar dağ gibi birikmiş, dağa giden yolları cemseler tutmuştu
Biz aşağıda imzası eksik olanlar
Ne bir küfür kadar ağır yük taşıdık yokuşta
Ne ölüm ilanına yakışan bir fotoğrafımız vardı




GELMEZEM GAZELİ - ALİ TAŞ

Kırıldım bir kere sevgili çağırsa divana gelmezem.
Hatadan vazgelse karar benim değil mi yanına gelmezem.

Bağrım bin yanmıştır, üstüme varmayın, düzelmek öyle zor.
Lazımsa pişmanlık güvenim de yoktur, yakına gelmezem.

Seviden men olan kendini tek bilir aklı ermez kalbe.
Bir gün feryat eder, geç olur güç olur, zârınagelmezem.

Bana hançer zehir, hakkıma ihanet, daha ne ne olsun?
Dinimi unuttum, aşkı rezil bilip imana gelmezem.



KARŞI DÜŞ - FATİN R. MUMCU 

Haydi göğe bakalım
Annemin kucağına
Babam, gelmesin birazdan…
Dillerinde ahla!
Gidilmemiş o ülkeyi küstürmesin gözlerin
İstemem, kalabalıkları şımartmanı sevgilim.

Anka’nın yetimleri karşılasın bizi
Yağmalarız aşklarla gölgelerimizi.

Belki Orhan Veli’yle buluşuruz bir sapakta
Şarap içer pek çok gönül kırarız…
Çukurlardan atlayıp ha!

Darılmaz ki;
Uçurtmalarını taşlarız,
Biz sevgiliyiz deriz
Oradan uzaklaşırız.

Uçsuz bucaksız değil ya gövdelerimiz
Galata köprüsünde tekrar karşılaşırız.

Yakamızda çoğalır ecenin gümbürtüleri
Garipsiyormuşuz gibi hayallerimizi.

Biliyorsun değil mi?
Hangi çokgen
Sığınağıdır yalnızlığın!

Biz gidelim mevsimler bekleyip dursun
Çocuklar başka baharları da atlatır.

Dudakların gökler gibi perişan
Küllere mi?
Daldırılmış gençliğim.
Saçların ne kadar hoş…
Tamam, geceyi kıskanıyor,
Şiirler söylesem de büyüsen…

Haydi, göğe bırakalım ellerimizi
Yoksa Barbarların Karadeniz’i
Sarılacak Orhan Veli’ye!




TESADÜF - ADNAN GÜL

                                               mustafaemre’ye

(-kalp diyorum dört göz ya hani, dördü de görür
insan bir bakar, kalp dört görür ya insanı
derim ki, bir göz de biz eklesek, fena mı
çevirsek dost aynasını kalbine göğün 
dalsak seyrine dalsız yapraksız umudun
süzülüşünü ota minnetsiz yüklü bulutun
görsek doğrunun da yerinin olduğunu
baş koyacak omzun nihayet bulunduğunu
bu mesaj yalınızca otlara mı…

insan kapıldığında anlıyor kendi seline,
kırık bir çiçeğin aşk olma hevesini
topal karıncanın rüzgarlı hikayesini
sanki bir şehir batıyor altında tesadüf…
düştüğünde anlıyor insan dost mesafesini
rengin başka rengini, 
dünün dününü, yarının bugününü
olmaya tesadüftür, bahşeder insana 
dünya hediyesini…

nasıl susar ki seni çökük şakaklı şehirler,
nasıl susar ki, seni kavil kardaşı umutların
şehirde büyük şart, umutta gerekmiyor
bak, şaşı yalnızlıklar edindim hasret bastıkça
beyaz mı kirlendi, fırça artığı mıyım, yok yerim
bağışla, huyumdur gecikmek, her resme ustabaşı
oysa bizdik atıp duran bu kuyuya ilk taşı 
heyhat, yüzünü bulanık gösterir her nesne
varsam mı tazeleyip umudu üzerine,
hayli oldu onun da yaşı…

her şeyde hayat var, 
hayatta her şey var mı demeliydim mustafa
hani denemedik değil kıtalararasıuzun paslar
durmadık değil selam içimizdeki sılaya
verkaçlara girmedik değil elhamdülillah 
her şey tesadüf…
oysa iki kelimelik misafirdik bu alfabede
herkes uslu rolü oynamakla mükellefti… 
topu olana kurdurmakla bitmez oyunu…
ya sonra…)



HATIRA KILAVUZU - C.TANJU BUÇAK                                                           
 
gülümseyen çiçekler çiziyorum burada
oraya buraya saçılmış bakışlarını
yanaklarını inceliyorum
güneşlenen gülüşlerin
tembelliğin beşiğinde sallanırken
çürüyen fotoğraflarla

açıyorum göğsünün albümünü

gökyüzünde hiç, hiçbir şeyin üzerinde duran –bak
hatıran burada senden daha yüksek

o çalışmıyor çünkü o biteviye
yerinde sayarak kendine çalışan
uykunun kapısı gibi duran

dünyanın kenarında

yağmurun arkasında nefes alıyorsun 
buradan bakınca
çiçeklerle gülümseyen
tohumlar çiçekleniyor 

her insanın kendine özel parmak izleri
çözülmüş sıradanlıklarla
yıldızlarla parlayan
parçalanmış aynalarla.   
kendini karşısına alıyor insan

sahi, gökyüzü nasıl bu kadar eğilir
nasıl bulutların arkasına demirlemiş isimlerimiz
böyle fırıl fırıl dönerken 



BİR PINARLI LİDA'YA - AYTEN MUTLU 

izini sürerek atam Homeros’un
derin sözüyle günün, şiirin hevesiyle
Güre’den esen rüzgârın nefesiyle
sesimde ülkemin haykıran sessizliği
uzandım İda’nın titreyen ellerine

Artemis’in toprağına gölgeler sinmiş
üzgün kırlarda yazın son ezgileri
lir sesinin aşka düşen giziyle
anlatıyor Afrodit’in solan güzelliğini
güneşin denize savrulan küllerine

İda naçar, İda’yı siyanür tanrılar basmış
çağımın tanrıları, paranın tanrıları
asmış tabelasını Sarıkız’ın boynuna
Sarıkız’ın etekleri gözyaşıyla ıpıslak
Güre’nin gür yemişleri usulca çürümede

Ölümüne düelloda insan ve zaman
İda’da zaman taştan kayadan ağır
yerde talan gökte yalandan ağır
İda yorgun, zeytin gizli bir yasta
İda’da altın insandan daha ağır

ve sağır yürekler İda’nın çığlığına



SİYAH VE ZAMAN - NEVİN KOÇOĞLU


Ve kuşlar soyundu ağaçlarını
yıkıldı o kuru dala yaslanmış bahçe duvarı
Dokunulmaz taş kaseler kırıldı tereklerde
koyu bir siyah sızıyor ağır ağır duvardan

Ölüm kan ve zaman

Biz kırsak şimdi ışığın kadehini alnımızda
biliyorum soyulur fail gömlekleri sırtımızdan
sıyrılır mühürlenmiş bellek tohumdan

Koza döl ve zaman




DİYETİ ÖMÜRLE ÖDENEN - MELİHA ÜNAL KAR

geçerken yılların darboğazından
çakır dikenlerine bulanıp
      eşleşsem de açmazlarıyla
azmim ezberimde…

umarı yitse de günlerin
omuzlamam;
derme çatma gülüşlerin,           
     kendine paye biçen hallerini.

hem iğnesi hem ipliğiyim kendimin
körün gözüne yıldız işlerim
                         kederin gergefinde.

modası geçmez erdemin
devir dönse de çemberinde.

ansızın biçilse aklımın ekini
kaç eyvah eskitir civan dilim.
acımasızlıkların tufanına,
gelip gidip uğradığı da olur
      bitek yanı emeklerimin.

düşlem otağımın sebatı,
bir ipek böceği tutkusuyla
ay salar suların kurşuni uykusuna
canımda gönenir gül büyüsü

suskunluğu yatırsam da sesime
hırsla kalkan kartalın,
zıvanadan çıkmışlığını kuşandırır
uçurtma ufkuna gerilen tel örgüsü 
                      
ne içli yanıdır ah!
evlerin ekmeksiz günleri
hüzün örtünse bir kadın
           roman ötesi yüzüne
tılsımı tükenir ocağımın.
hiçbir mesel bir can üflemez
dolar eteğime gün ölüsü
 
anlayıp anlatılamayandır aşk
eksik aya eklenmiş artık yıl
gibi, ayrıksı durur içerimde
huşu bilip huzur duyamadığım

omzu fırtınaya tutulmamış daha
ne bilir geyik çığlığındaki yokuşu
ağacı ağaç, çiçeği çiçek bilenin  
                    neresindedir mesele?
hayatın telefi gibi bakan gözlerin,
durulmayan sular saklıdır iç cebinde.

benimki:
kelebekleri vurulan coğrafyalarda
kimsesizlerin elemiyle her bahar
bir maviye bin can bağlayan
dağ evi yalnızlığında huzur bekçiliği

ey özlemleri hüzne karan yaşam
yaraya merhem kaldıysa yedeğinde
ya ağlayan özneleri sar bağrına
ya nehirlerin burgacına at imgemi!

ah! diyeti ömürle ödenen dirlik,

 uzaktan baktığım kentsin şimdi.



HASRETİM KIRMIZIDIR - HAYDAR DOĞAN


Ekini kavuran sıcak altında
kan-ter içindeki ırgatın orak biçmesidir
sana olan hasretim

Ve bir Kürt kızının tevn işlemesi
İlmek ilmek aşkla…

Güneşin kayalara vurmasıdır
Sana olan hasretim
bir çocuğun memeyi ilk tutması
karıncanın suya varmasıdır

Sana olan hasretim
bir damlanın yaprakta ışıması
ve dudaklarımda sâkinin sunduğu meydir

Radyodaki keman taksimidir
sana olan hasretim.

Ve Adıyaman tütünüdür beni sarhoş eden.



BİR DERVİŞ POSTUNDA - ENSAR SARGIN

Bir derviş postunda İşkembe yedik
İşkembeden şarkılar söyledik, söyleştik
Söylendik
Acıları dörtledik
Bir şiirdi yalnızlık, okuduk, tükettik
Okunmayan ezanı geceye, aminsiz yakarışı sehere bırakmadık

Duvarlarımızda dünden kalma heybetli yüzler
Kadehimize zılgıt heceler  düşer
Ocakta en aşüfte gençliğimiz pişer

Bir derviş postunda delikanlı olduk
Fikirler mevzilendi
Tarumar olduk
Başımız gölge etti, yalnızlığa zay olduk
Kanadımızda bir ses
İnce bir rüzgar olduk
Geçtikçe dirim dirim, yol olduk, yoldaş olduk

Bir derviş postunda ölüştük
Yağmurun kucağında kaldık
Şiire tövbe dedik
Tövbe
Tanrı senin üstüne düşmesin
Açık kalsın meramın
Yoksunluğun akmasın

Bir derviş postunu bölüştük
Kimi mayısta çekti gitti
Kimi dürdaneye yandı gitti
Kaç ikindi yağdık
Toprağı doğurtmak için
Kaç perde düştük
Sevdayı yırtmak için

Bir derviş postunda saklı kaldık
Korkulu düşlerimizin öksüzü olduk
Bir nota kadar yakın
Ayyaş hokkası kadar sebepsiz olduk

Bir derviş postunda açtık
Her mevsim açardık ya
Baharımız eskimez
Kışımıza kar damlamazdı
Duvarımız eskise de
Resimlerimizde siyaha çalan heyecanlar kalsa da
Denizin öbür ucunda hep sıcak bir döşek olduk
Girdik, seviştik
Aşka yasak diyen kadın
Gözlerine düşüp geceyi talan ettik
Duman ektik
Kül biçtik
Aşkın gözüne kızıl mil çektik
Sevdik
Yine onsuzluğu sevdik

Bir derviş postunda 
Alıp başımızı gittik
Kan kokan yollardan

geçtik




BEŞİKSİZ GECE - YUNUS EMRE ÖKSÜZ

Şaraptan aşırılmış esrik duygular
sallarken beşiksiz geceyi 
ilk ayılan bir sokak lambası 
gölgelemek için kadehleri.

Boynunda uyuttuğum dudaklar
ezdikce çürütecek üzümü 
tutuklarsa seviyi
saçların tutuklar 
uçlarından bağlayıp göğsüme.

Gök çekmişken yorganını üstüne
esrikliğimizi tatmanın tam zamanıdır 
şahittir göğe açılan pencere, gözlerin kalkanı
                                                loş bir perde.

Bağışlandı bu gece uykular 
öp sakalımın ucundaki şiiri
beni yeni alemlere hazırla..

SABAHTAN SAYIKLAMA - İDRİS SEZGİN

su ham duruyor gözlerinin ışıltısında
gece saçlarında çaylak
bir dudak kızarıklığıyla
terli tüysüz boynun
arpa boyu uzuyor şiirsiz aşk

farkında mısın bilmem
nietzsche'nin bıyıklarından güzel
bıyıklarım

mutluyken kudretliyimdir sus pus

donsuz yasalardan
söz binek atı
acı ve güzelliğin şımarıklığında
bukowski'yle katır yarıştırmak vardı
tanrı sarayında
biranın bedeninden şair kadınlar aksa

harflerinle dikiyorum yaramı
ben bazen böyle ahmak
ah be sevgilim
yine de aşk kalbe muska.