Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

NEVZAT KONŞER İLE SÖYLEŞİ

''Ey şair öl, değerini bilelim'' ŞİİR DALI E-DERGİ












MAKSUT KOTO: Yaşam hikâyenizi anlatan şiiriniz var mıdır? Bir şairin yaşam hikâyesini şiirle anlatması…. Bunu hiç  düşündünüz mü? 

NEVZAT KONŞER: Şair, gerek günümüzde, gerekse geçmişte kendini anlatmış; farkında olarak ya da olmayarak şiirini kendi üzerine kurmuştur. Sözgelimi, şiirde eylem içerisinde olan özne, aslında şairin ta kendisidir, diyebiliriz. Şairin yaşamı, yaşamında iz bırakan olaylar, önemli ya da önemsiz kişilikler,  edinimler, kayıplar ve sayabileceğimiz birçok faktör, şairi de içinde barındıran özne veya öznelerin dünyayı algılama biçimini; dolayısıyla şairin kurduğu, kurmaya çalıştığı şiiri belirler. Sonuçta insan, zihinsel ve davranışsal süreçlerden geçerek kendini anlamlandırmayı öğrenir. Felsefi,  psikolojik ve psikososyal temellere dayanan insanoğlunun özünde daima bir ‘ben’ kavramı vardır. İşte bu ‘ben’, şiirin en heybetli öznesi olurken, aynı zamanda diğer öznelerin de sorumluluğunu üstlenip, öne atılır. Bazen bu duruma, üstlenmeden çok, kendini öne çıkarma ya da kontrolü elinde bulundurma denilebilir. Bir şairin kendi yaşam hikâyesini anlatması, bahsettiğimiz birincil özne- Freud’a göre ego- olduğu müddetçe uzak bir ihtimal değildir. Yalnız, altını çizerek söylemeliyim ki, şair, uzun uzun  kıvrılan bir yaşamı anlatma yolunu kolay kolay seçmeyecektir. Şiiriyle oturup konuşan, bağdaş kurup yemek yiyen, gezmeye, balık tutmaya giden bir şairin şiirinin ruh halini duyumsuyor, hissediyor oluşudur ki onu bu düşünceden mahrum kılar. Şiiri hisseden, hissettirmenin de peşine düşer çünkü…  Salt bütüncül bir yaşamı şiirle anlatmak, dolu bir testiye su doldurmaya devam etmek yerine geçecektir. Yaşamdan kesitleri şiirlemek, daha rasyonel bir yaklaşım olacaktır gibime geliyor. Edinimlerinden, hatıralarından en yırtıcı ya da en ipekli olanları, şiirinin üzerine serpmelidir şair. Zaten bunun örneklerini de Çağdaş Türk Şiirinde yeterince görmekteyiz. Cemal Süreya’nın şiirinde,  bütünlüğü ve anlamı kasıp kavuran bir ‘anne’ imgesinin olması, şairi bilinçaltından gelen mesajlarla karşı karşıya bırakmış,  yaşamını şiirle resmetmeye mecbur kılmıştır. Aynı durum yer yer Necip Fazıl’da da görülür.  Yeri gelmişken söylemeliyim ki, ‘anne’ imgesinin benim şiirimde de çok ayrı bir yeri vardır.  ‘Anne’ sözcüğü,  tek başına bir şiirdir benim için…

MAKSUT KOTO: Sizin için şiir yazmanın bir vakti ya da mekânı var mıdır?

NEVZAT KONŞER: Halk arasında, ‘’İlham geldi’’şeklinde bir söylem vardır. Şiir yazmaya oturup, bunu başaramayanların sıklıkla başvurduğu bir söylemdir bu. Açıkçası ben ilhamın varlığını sorgulayanlardanım. Şiirin, öğrenilen bir yapı olduğu gerçeğinden hareketle, ilham dediğimiz soyut sözcüğe yaslanmamak gerektiği düşüncesindeyim. Eğer, ilham denilen şey, belirsiz bir yolla-gökten düşer gibi- gelen ilk dize ise bunu kabul edebiliriz. Fakat, şair bu dizenin gelmesini beklemekten çok, bu dizeye ulaşmak için uğraş vermelidir. Bu dizeye nasıl ulaşacağına, hangi yolları kullanacağına şairin kendisi karar verecektir.

Şiirlerimi nerede ve nasıl yazdığım konusuna gelince, içtenlikle ifade edebilirim ki, şiir benim için hayatın ta kendisi. Buradan hareketle şiirimi, özel bir zaman ya da yer seçerek yazmadığımı söyleyebilirim. Benim için şiire başlangıç önemlidir. İyi başladığım, evrenin sesini dinleyerek yazdığım şiirler, neredeyse hiç beklemeden sonunu görmüştür.  Şiirlerimi mekân kaygısı olmaksızın yazıyorum. Mesela, bir şiire evde başlayıp, sokakta devam edip, otobüste o şiiri bitirebiliyorum. Gürültünün beni etkilemediğinin yanında, iyi şiirlerin sessizlikle harmanlandığı görüşünde olduğum da bir gerçektir. Şiirlerimi yazarken çoğunlukla cep telefonu kullanıyorum, bazen de bilgisayar. Kağıt ve kalem kullanırken kendimi özgür hissetmiyorum. Klavye ya da cep telefonu tuşlarıyla yazdığım şiirler, nadiren de olsa kâğıt kalem ile yazdığım şiirlerden çok daha fazla haz veriyor bana. Kâğıt-kalem birlikteliği bir tutsaklık duygusu veriyor, yazamayacağımı düşündürüyor. Bu yüzden de cep telefonumun mesaj bölümü; bitmiş, bitmemiş şiirlerle doludur. Ev ortamında benim en özel alanım balkonumdur; özellikle yaz aylarında sigara içerken balkonda şiir yazmayı bir iş, bir eylem gibi takındım kendime. Kulağımı dünyaya doğru kabartıp, var olan gerçekliğe yeni bir şekil vermeye çalışıyorum balkonumda. Gerçekliğin parmak uçlarımdaki yeni görüntüsünün rahat bir söylenişle açığa çıkması benim için çok önemli. Şiirlerim son iki yıldır daha açık, öze kıymet veren, fakat biçimi de önemseyen bir örgüde.  Burada altını çizmemiz gereken, şiirin nerede ve hangi zamanda yazıldığından çok, şiir olup olamadığıdır.

MAKSUT KOTO: Genellikle kendinizi hangi renklerle ifade edersiniz?

NEVZAT KONŞER: Kendime yakıştırdığım, kendimi ifade edebileceğim renk var mıdır diye hiç düşünmedim açıkçası. Daha çok, yazdığım şiirin dokusuna yakışan renkleri kullandım şiirlerimde. Mesela her koşulda maviyi severim ben, sarıyı, kırmızıyı, lilayı… Bu renkler şiirlerime misafir olurlar ara sıra, sonra da habersizce çekip giderler. Ne zaman geleceklerini ben bile bilemem. Renkler ile insan psikolojisi arasında özel bir bağ vardır ve şair de bilinçli ya da bilinçsiz, bu bağdan nasibini alır. Mavi, rahatlığın, güvenin, huzurun rengidir psikolojide… Ben maviye insanın yaşamını konduruyorum. Mavi benim için ab-ı hayattır bir bakıma, yeşil de öyle. Zaten birçok şair için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Şairler, belki de birbirlerini hiç okumadan aynı sözcükleri, aynı renkleri, hatta bazen birbirine çok yakın dizeleri bile kullanabiliyorlar. Bunun örnekleri de mevcuttur. Neden? Bu soruyu kendime sorduğumda çok geçerli olduğuna inandığım bir cevapla karşı karşıya kalıyorum: Şair duyarlığı. Her şairde aynı düzeyde olmasa da, şiir için doğayı izleyen, dinleyen, tüm duyularıyla dizeyi ve sonuçta şiiri arayan kimsenin bir alt yapısı olduğu muhakkaktır. İşte bu alt yapı, duyarlık düzeyine eriştiğinde, renkler de ortak kullanım alanına girer ve biz şiirin tarihinde sarıyı, kırmızıyı, maviyi, yeşili görürüz.     
           
MAKSUT KOTO: Nevzat Konşer şiiri, gelenekten faydalanan bir şiir midir? Yoksa…
                  
NEVZAT KONŞER: Şiir, bir kıyafettir aslında: insanın defolarını, eksiklerini, fazlalıklarını gizleyen bir kıyafet… Önemli olan, bu kıyafet ya da kıyafetleri severek giyip giymediğinizdir. Dünyaya bakış şekli, kendinden önceki ve döneminin şairleriyle kurduğu bağıntı şairi bir gardrop hazırlığına teşvik eder. Kimisi aynı elbiseleri giyip dolaşır yıllarca, kimisi, mahalle baskısıyla veya kendini ait hissettiği yeni kültüre uyum yapma gayesiyle gardrobunu törpüler ve doğal olarak bir kalıba girer. Yani günün modasına ait poetikalar çerçevesinde üzerine çekidüzen verir ya da rest çeker. Sonuncusu özgün olandır, başını alıp gidendir işte. Kimseye eyvallah etmeyen, içtimaya girmeyen, küçük uyarıları dikkate alan, fakat sınırları daima kendisi belirleyen bir şiirdir bu. Beylik bir kafanın sert görünüşlü, uçlarda yaşayan şiiridir. Seveni de çok olur böylelerinin, sevmeyeni de…

‘Gelenekle ilişki halinde olmayan şair var mıdır?’ diye düşünmenin faydalı olacağı kanısındayım. Şair de şiir gibi sürekli bir yenilenme sürecinin içerisindedir ister istemez. Var olan yapının üzerine bir şeyler katmak da, olmayanı aramak ve bulmak da bu yenilenme isteminin doğal birer sonucudur. Genç şair- usta, günümüz- geçmiş, ya da yeni şiir- gelenek şiiri gibi bağlantılar şairden çok şiirin yararınadır. Genç şairin geleneği önemsemekten, ondan faydalanmaktan, onu bir başucu kitabı gibi görmekten başka şansı yoktur, olmamalıdır da… Bu kabullenme, salt etkilenmeden ziyade, genç şairin kabuğuna oturması, şiirini kalıba sokması açısından önemlidir. Varlık dergisinin hemen her sayısında Enver Ercan, genç şairin bir acelenin esaretine girmemesini, bol okuma yaparak, şiirlerini dinlendirmesini salık verir. Bu öğüdü dillendirmeyen yok gibidir. Buna ek olarak, ‘’Şiirin gelişmelerini bilmeden şair olmak kolay değil’’diyen Memet Fuat’ta da genç şairi yönlendirmeye giden bir yaklaşım sezilmektedir.

Bütün sanat dallarında – buna zanaatı da katabiliriz- ham maddenin yetkinliğinden çok, onu en iyi haline, işlenmiş görüntüsüne büründürmek için çalışılır. Hiçbir sanatçı, kendini olup bitenlere, edinilmiş tecrübelere karşı soyutlamaz. Yeni olanı aramak adına, eskiye kulak verir, göz kabartır. Genç şairin sorunsallarından biri budur işte: yeterli okuma yapmadan işi oldubittiye getirmek. Bu, onun farkında olmadan kendine yaptığı büyük bir kötülüktür. Bunun üstesinden gelenlerinse yolları muhakkak açık olacak, en azından belirli bir kitleye seslerini duyuracaklardır. 

Şiirimi gerek öz, gerekse biçim olarak ele aldığımda, geleneğin varlığından faydalandığımı söyleyebilirim. Yalnız, bu faydalanma, geleneği aşırı derecede özümsediğim anlamı taşımamalı. Gelenek, benim için, hep bir köşede olduğunu bildiğim ihtiyar bir bilge demektir. Onun deneyimlerine başvurup, donanım kazanmak, şiirine şekil edinmek, yeni, genç şairin ilkelerinden olmalıdır. Ustaları bu anlamda önemsiyorum, fakat günümüzün genç şiirini-şairini daha fazla önemsediğimi de söylemeliyim. Şiir geçmişimde, bu süreç bende biraz tersten işledi. Günümüzün genç şairlerini okuyup, onlardan ustalara vardım ben. Nedense ilk hedefim ustalar olmadı. Ustaları sonradan keşfettim. Zaten, yeni şiirin ustalardan edindiklerini, geleneğe sırt dönüp dönmediklerini algılamak da şiir örneklerini analiz edip, bol okuma ve karşılaştırma yapmakla mümkün. Gelenekten öyle ya da böyle faydalanmayan bir şair yoktur, mantığa da aykırı zaten. Çünkü genç bir şair, geleneğe tümüyle karşı çıksa, hatta ondan nefret dahi etse; geleneği okuyan, ondan faydalanan şair ya da şairleri zaten okunmaktadır. Dolayısıyla, gelenekten kaçış imkânı da ortadan kalmaktadır.  Burada beylik bir laf edip ’’Usta şairleri, genç şairlere benzerlikleri oranında seviyorum’’ demeliyim. Bu sözüme karşı çıkıp, yangın çıkaranlar da olacaktır, fakat ne olursa olsun bu benim görüşümdür.       

MAKSUT KOTO: Birçok dergide şiirleriniz yayımlanıyor. Neden dergiler?

NEVZAT KONŞER: Edebiyat dergileri, özellikle genç şairlerin olmazsa olmazlarındandır, böyle de olmalıdır. Şiirini ve ismini duyurmaya istekli olmayan birinin şiirle de işi olmaz doğal olarak. İstediğiniz kadar şiir yazın, yüzlerce, binlerce… Ucu hep beğenilmeye çıkar. İnsanın mayasında olan bir dürtüdür beğenilmek, onaylanmak, takdir edilmek. Şairin de şiirini teşhir edebileceği yerlerden en önemlisi dergilerdir. Şiirin nabzı dergilerde atar, şiirin mutfağıdır onlar. Sesini duyurmak ve tanınmak isteyen genç şair, kendisine göre iyi olan ürünü çevresine okutmaktan çok, dergilere göndermeli; bir de ürünü ehil olan kişilere, eleştirmenlere beğendirmelidir. Böylece genç şair, dergilerle tanışarak, farklı şiir biçemlerinden kendine paylar çıkarabilecektir. Dahası iyi bir dergi takipçisi olacaktır. Yaşı çok genç şairlerin acele ile kitap yayımlamadan önce, dergilerde görünmelerini, şiirlerini dinlendirmeye bırakarak, zamanı gelince kitap çıkartmalarını sağlıklı buluyorum. Çünkü,  daha dal bile olamamış bir şairin, kendini ağaç zannetmesi çok acıdır. Şiirin mutfağından geçip, buranın kokusunu içine geçiren bir şair, zaman içinde ister istemez hem tanınacak, hem de bir kitabı olacaktır. Şiir, aceleye gelmemelidir ve demlenmeye bırakılmalıdır.  Şiirinin ivme kazanmasını isteyen şairin, ‘dergilerle ilgilenmiyorum’ demek gibi bir lüksü olmamalıdır. Ben bu bağlamda, dergileri önemsemekten öte, edebiyatın atardamarlarının dergiler olduğunu düşünüyorum. Daha da ileri giderek söyleyeyim: dergiler edebiyatın şah damarıdırlar. Nitelikli bir içerikle, şiirlere ve poetik yazılara fazlaca yer veren dergilerin çoğalması ümidimi içimde saklı tutuyorum. 

MAKSUT KOTO: Sizi, şiire alıştıran ya da sevdiren bir olay oldu mu?  Yoksa, bir çok şair gibi siz de nedensizce, şiire başlayanlardan mısınız?


NEVZAT KONŞER: Ben şiire oldukça geç başlayanlardanım, diyebilirim. Kimileri gibi, ortaokul, lise yıllarında şiirle tanışmadığım için hayıflanırım. Lise yıllarında şiir değil de, amatörce şarkı sözleri yazar, kendimce bunlara güfteler yapardım. Bugünkü şiirimin, ilk basamakları bunlardır. Acemice yazılan, basit şeylerin; bir gün dergilerde yayımlanan şiirlere ve kitap çıkarma düşüncesine varabileceğini o günlerde bilmemin imkânı olamazdı. Sonraları ilk şiirlerimi yazmaya başladım; yine sıradan, duyguyu öne çıkaran anlatılardı bunlar; sezdiren şeyler değildi yani. Aşkı ve beraberindeki sevgili öznesini merkeze alan şiirlerdi bunlar; saf bir duygu patlamasıydı. Zamanla, özellikle internet ortamındaki bazı şiir sitelerinde görünmeye, şiir yayımlamaya başladım ve buralarda edindiğim dostluklar beni dergilerle tanıştırdı. Sürekli şiir okumaları yaparak, şiirin ne olduğunu ve ne olmadığını anladım. İlhan Büyükcebeci’nin şiirlerime yaptığı eleştiriler ve dergi önerileri benim için son derece önemliydi. Birçok derginin iletişim adresini vererek, yolumu çizmeme yardımcı oldu. Kendisini saygı ve sevgiyle anıyorum. Zamanla da şiir bir nefes alma biçimine dönüştü bende.

MAKSUT KOTO: ‘’Dil ve düşünce’’ bu iki sözcüğü şiir için yorumlarsak; şiirde, dil mi yoksa düşünce mi önce gelir? Neler söylemek istersiniz?

NEVZAT KONŞER: Günümüzde de sıklıkla şairlerin kafasını yoran, eleştirmenlerce üzerine konuşulup, cevabı aranan bir sorudur bu. Tıpkı, çocuk gelişiminde sorulan, ‘Kalıtım mı, çevremi?’ sorusu gibi. Bunun en geçerli cevabı, her ikisi de olmalıdır. Birinden birini ayırmanız demek, şiiri eksik bırakmak olacaktır çünkü. Gerek öz( İçerik) gerekse biçim(Dil), şiir için önemlidir. Bazı şairlerin öz’ü, bazılarınınsa dili önemsediklerini biliyoruz. Ben şiirimi kurarken öz’ü merkeze alıyor ve dil ile öz’ü resimliyorum. Yani, özden başlıyorum biçime, diyebilirim.  Benim için dil ya da biçim, bütüne giderken, kullandığım fırça vuruşları gibidir. Sözgelimi, tema ne olursa olsun, öznel söyleyiş, yorumlama için dilin olanaklarını kullanmanız gerekecektir. Dilin olanaklarına fazla ağırlık verdiğinizdeyse, bütünlüğü ya da anlamı önemsemeyen, derdi anlaşılmayan bir şiir ortaya çıkacaktır. Biçimi öne çıkarırken, içeriği ya da öz’ü ezdirmemek gerek diye düşünüyorum. Dokusu sert, örgüsü kalın, nefes almayan, hissettirmeyen bir şiirin dili kimsenin umurunda olmayacaktır. Türk şiirinde ilgili, ilgisiz pek çok kişi,  İkinci Yeni Şiirini duymuştur, çoğu da bu dönem şairlerinin şiirlerini okumuştur. İkinci Yeni’nin en büyük sorunsalı, eleştirildiği en önemli nokta, taşlaşmış şiir yapısı, kapalı, sıkı dokulu yüzeyi ve anlamı(öz) dışlamasıdır. Bu da son derece haklı bir eleştiridir. Nasıl haklı olmasın ki? Salt dil uğruna, insanın en temel özelliklerinden birini –anlamak- hiçe sayıyorsunuz ve ‘biz böyle yazıyoruz, hadi gelip bizi anlayın’ dercesine şiirler ortaya koyarak, kimsenin tepki göstermemesini bekliyorsunuz.  Mümkün mü? Ben, İkinci Yeni’nin, Türk Şiirine dilin olanaklarının son derece geniş olduğunu göstermekten fazla faydası olmadığını düşünüyorum. Evet, bu dönemin şairleriyle, şiir marjinal çizgiye girmiştir, fakat sonraları bu etki ortadan hızla kalkmıştır. Özdemir İnce Tabula Rasa   adlı kitabında,’’ …anlamın şiire yakışmadığını, sözcüklerin anlamdan sıkıldığını söyleyen tuhaf şairleri okuduk’’ der. Haksız mı, bu tuhaflığı dile getirirken? Sonuçta ne dersek diyelim, günümüze kalan, halen hatırlanan şiirlerin sahipleri şiiri dilden ibaret görmemişler ve onun yaşamsal değerini keşfetmişlerdir. Merkeze anlamın alındığı bir şiirin süslemesi de dil olacaktır.     

MAKSUT KOTO: Şiir kitabınızın olmadığını biliyoruz. İlerleyen yıllarda kitap çıkarmayı düşünüyor musunuz?

NEVZAT KONŞER: Şiir yazan hemen herkes bir gün bir şiir kitabı çıkarmayı ister. Önemli olan bunun ne zaman olacağıdır. Şairin kendisi karar verecektir buna. İlerleyen yıllarda, belki de bir yıl sonra şiir kitabı çıkarmayı düşünüyorum. Fakat bunun zamanını ben de bilmiyorum. Ben hayatta birçok şeyin, insanın iradesi dışında geliştiğine inanırım. Bugün dersiniz, fakat rüzgâr öyle bir eser ki yarına kalır; ya da yarın dersiniz, bir bakmışsınız birkaç ay sonra bir şiir kitabınız olmuş. Ben illaki kitabım olsun, diyerek acele etmiyorum, zamanını bekliyorum. Bu zamanın da ‘şimdi’ olmadığı düşüncesindeyim. Otuzlu yaşların başında olan bir şairin, kitap için geç kaldığını düşündüğü zamanlar olacaktır, benim de bu şekilde düşündüğüm oluyor; fakat, Sina Akyol’un, Tuğrul Tanyol’un, Oktay Rıfat’ın, Lale Müldür’ün, Hilmi Yavuz’un, Arif Damar’ın, Behçet Aysan’ın,  Ahmet Telli’nin, Metin Altıok’un, Metin Cengiz’in, Nuri Demirci’nin ve Hasan Hüseyin’in otuzlu yaşlarda ilk kitaplarını çıkardıklarını düşününce içim rahatlıyor ve geç kalmışlık hissi bir an da yok olup gidiyor. Hiç şiir kitabı çıkarmadan dünyadan göçen Yahya Kemal Beyatlı’yı ve şiirini düşündüğümde ise, içim karmakarışık oluyor.  

MAKSUT KOTO: Sizce, şiir mi yoksa şair mi sanallaştı? İnternet ortamının bu duruma etkisi ne derecededir?

NEVZAT KONŞER: İnternet dediğimiz, günümüzün en çılgın icadı, doğru kullanıldığında olağanüstü faydalı… Zararları da yok değil, fakat herkesin seçim hakkı olduğu için, iyiyi ya da kötüyü kullanıcının kendisi belirlemelidir. Şair de, internetten ne ölçüde ve nasıl yararlanacağına rahatlıkla karar verebilir. Her gün milyarlarca insanın, içerisinde gezdiği olabildiğine büyük bir bilgi ve paylaşım havuzundan bahsediyorsak, sanallaşmamaktan söz edemeyiz. İnternet ortamındaki şiir sitelerinin, şiir için yararlı olduğunu düşünüyorum. Ama şairin bu sitelerde zamanını tümüyle geçirip, şiirin asıl mekânı olan dergilere yönelmemesine son derece karşıyım. Çünkü bu tip sitelerde her türden insan görebilmeniz mümkündür. Buralara şiirini geliştirmek için gelen de vardır, şiir dışında amaçlarla gelen de… Şiirin ehli olan kişiler, bu tarz sitelere ya hiç uğramıyorlar ya da arada bir uğruyorlar.  Sonuçta bu sitelerdeki ziyaretçiler, ürünlerini paylaşarak kendilerini motive ediyorlar. Bu siteler, şiirlerini paylaşanlarda hatırı sayılır bir gelişime sebep oluyorsa sorun yok, fakat şair, olduğu yerde sayıyorsa burada bir problem var demektir. Şair, sanal olsun olmasın, içerikli dergileri uğrak yeri olarak benimsemelidir. Çünkü şiir, yerinde öğrenilmelidir ve ciddiyet gerektiren edebi bir türdür.  

MAKSUT KOTO: Günümüz şiirinin, gittikçe halktan kopuk bir şekil aldığını görüyoruz. Bu tehlike karşısında, kendi şiirinize düşen görevi yerine getirdiğinize inanıyor musunuz?

NEVZAT KONŞER: Burada karşımıza yine dilin öncelliği konusu çıkıyor. Dil, insanoğlunun yaratılışından beri bir iletişim ya da anlaşma aracıdır. Dünyanın neresine giderseniz gidin, anlatmak istediğiniz ne olursa olsun dil bilmiyorsanız, dili etkili kullanamıyorsanız iletişim kurmanız neredeyse imkânsızdır. Şiir de ise, dili anlamın üzerine yığarsanız, ne anlatmak istediğinizden uzaklaşır ve bir yığın bağlantısız imgeler topluluğu yaratırsınız. Dadaizm’in, Postmodernizm’in  şiir anlayışına baktığımızda, alakasız, aklı ve duyguyu reddeden, neredeyse ‘ben yaptım oldu’ anlayışına varan bir şiir yapısının olduğunu görürüz. Yıllar sonrayı bırakın, okuduğunuz böyle bir yapı, iki gün sonrasında bile aklınızda kalabilir mi? Gelecek nesillere hangi dada şiirini emanet bırakabilirsiniz? Bu şiirlerdeki olmayan anlamı, kime, nasıl anlatabilirsiniz? Bu soruları çoğaltabiliriz. Şiirin anlamı temele alan bir yapısı olduğu ve yaşamsal bir değeri, meselesi olduğu müddetçe, şiir, halka inebilir. Sonuçta halk, kendine yakın olanı önemser, anlamadığını elinin tersiyle iter. Bu durumda halkın yetersizliğinden de söz edebiliriz; doğrudur, ama yazdığımız şiirin veya herhangi bir edebiyat ürününün iletişim becerisini de sorgulamamız gerekmektedir. Özgün yazmakla, anlamı çöpe atmak birbirinden farklı şeylerdir. Kimseye aldırış etmeyip, halka sırtını dönen bir şair, ‘dağ dağa küsmüş, dağın haberi yok’ misaline tekabül eder. Ben, halktan kopmamak gerektiğine inanıyorum ve şiirlerimde anlamı öne çıkartmaya çalışıyorum. Tabii ki dil işçiliğini de göz ardı etmeden…     

MAKSUT KOTO: Söyleşiniz için teşekkür ederim. En son olarak neler söylemek istersiniz?

NEVZAT KONŞER: Ben teşekkür ederim. Son olarak, Türk Şiiri’nin iyi yolda olduğunu söylemek istiyorum. Genç şairleri dikkatle izliyorum, aralarında, ileride ‘büyük şair’ olabilecek yeti ve gelişimde olanlar ve şiirin gelişmelerine kayıtsız kalmayanlar mevcut. Yarının Türk Şiiri, bugünün çıraklarının elinde parlıyor. Yarın, şiirimizin nasıl bir ivme ve çizgi yakalayacağını kestiremesem de,  mevcut gençler ve ileride bunlara eklenecek olanlarla birlikte, bizi iyi bir geleceğin beklediğini düşünmekteyim. Umarım, yarının Türk Şiirinde kendime hatırı sayılır bir yer edinir ve sırf mutlu olmak, kendini gerçekleştirmek ve motivasyon amaçlı yazdığım şiirimi, geniş kitlelere ve de yarının bireylerine ulaştırabilirim.