''Ey şair öl, değerini bilelim'' ŞİİR DALI E-DERGİ
10 Haziran 2006
Üniversite yıllarında Klasik Türk Edebiyatı konusunda derinleştiğimizde, Dîvan şiirinin temel unsurlarından birinin İran şiiri ve bu şiir dünyasından gelen imgelem ve yaşam anlayışı olduğunu görmüştük. Pek çok Dîvan şairimizin, İran şairlerini rakip olarak gördüklerini, yüzyıllar boyunca şiirde görülen İran etkisini aşmaya çalıştıklarını, ama yine de çoğu zaman İran edebiyatından gelen imgelerin yoğunluğuna ve Farsçanın ses, ritim ve ezgisine boyun eğdiklerini okumuştuk.
Farsça öylesine kadîm bir şiir geleneğine sahip ki, Firdevsî’nin Şehnâme’sinden başlıyor ve Sâdi, Hâfız gibi doruk noktalarıyla günümüze kadar uzanıyor. Büyük yapıtlarını Farsça yazan Mevlana Celalettin Rumî’yi bile, dil yönüyle, İran şiir geleneği içinde düşünmek olası. İran, kendine özgü kültürel coğrafyasıyla tarih sahnesinde sık sık kendini göstermiş; gizemli Doğu yolculuklarının ve düşlerle dolu masalların da vazgeçilmez duraklarından biri olmuştur.
Böylesine köklü bir şiirsel geleneğin içinde, İran’da kadınların yeri oldukça tartışmalıdır. Kadınlar pek çok bakımdan anne ve eş rolleri dışına çıkarılmamış; ayrıca yüzyıllarca dine dayalı hukuk sistemi nedeniyle, erkeklere göre oldukça aşağı bir konumda yer almışlardır. Böylesine bir ortamda bir kadın şairin yetişmesi ve kendini şiirleriyle kabul ettirmesi, inanılmaz bir cesaret örneğidir.
İşte sıra dışı İranlı bir kadın şair; Füruğ Ferruhzad… Çağdaş İran şiirinin en önemli temsilcilerinden biri. Otuz üç yıllık yaşamına pek çok güzel, içli ve içten aşk şiirini, birçok sinema yapıtını sığdırmayı başarmış; yaşamı ve yapıtlarıyla tam anlamıyla yüreklilik örneği olmuş bir şair. Bir gazetede “İran'ın 20. yüzyılda yaşamış en önemli kadın şairlerinden olan, yaşamı boyunca kadınlara yönelik ayrımcılığa karşı çıkan Füruğ Ferruhzad’ın anıları, röportajları ve mektupları 'Dünya Sevmek için Çok Küçük' adlı kitapta toplandı,” şeklindeki haberi okuyunca, bu şairi ülkemiz okurunun yeterince tanımadığını düşündüm ben de. Yalnızca bazı şiirlerinin Onat Kutlar ve Celal Hosrovşahi tarafından yıllar önce yayımlanmış olduğunu öğrendim. Yüzyıllarca, komşularımızın bizden çok uzakta bir yerlerde yaşadığı yanılsamasına düşmüşüz. Bütün “yanılsama zincirleri”ni öncelikle beynimizde kırmak gerekiyor sanırım. Üstelik Sâdık Hidâyet gibi çağdaş bir yazara da sahiptir günümüz Fars edebiyatı. Ülkemizde Samed Behrengî’nin Küçük Kara Balık adlı alegorik masalını okumayan çocuk pek azdır bir taraftan da. İran edebiyatına daha geniş pencereler açma zamanı geldi diye düşünüyorum; İran’daki toplumsal olumsuzlukların, dini baskı ve karanlığın bir gün değişeceğine, yaşamın aydınlanacağına dair umudumu da koruyarak…
11 Haziran 2006
Bugün Füruğ’un yaşamıyla ilgili bir araştırma serüvenine çıktım. Bu serüvende bana en fazla ışık taşıyan kitap, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden Kutlukhan Eren’in Fürûğ-i Ferruhzâd Bütün Şiirleri (Merdiven Kitapları, 1999) adlı çevirisi oldu. Kitabın giriş kısmında, Füruğ’un yaşamıyla ilgili birinci el (Farsça) kaynaklardan bilgiler aktarılıyor:
Füruğ, İran'ın İslami devrimi öncesinde yaşamış ve hayata erken veda etmiş kadın şairlerdendi. 1934 Mart’ında başkent Tahran’da oldukça sert mizaçlı, asker bir babanın kızı olarak dünyaya gelen Füruğ, yetişmesinden gelen bu baskıyı yaşamı boyunca kendi iç dünyasında hissetti. Ancak, babası tam anlamıyla bir şiir tutkunu da olduğu için, bu durum, Füruğ’un şairliği üzerinde olumlu bir etki yarattı. Çelişkiden olumlu bir dönüştürüm yaratan Füruğ, ilkokulu bitirdiği yıl babasının da bu konuya olan ilgisiyle, önce şiir okumaya, sonra da yazmaya başladı. “Buradan uzakta, buradan uzakta,” şeklindeki ilk dizelerini söylediğinde Füruğ liseye henüz başlamıştı. Bu noktada Tezer Özlü’yü anımsadım ansızın. Yaşamın tek anlamının “gitmek” olduğunu söyleyen, başkaldırı ruhu taşıyan, radikal bir yazar o da. Gerçekten, dar kalıplara, baskı ve dayatmalara karşı çıkmak için “gitmek” de gerekebilir bazen.
Bu dönemde ilgisi yalnızca şiirle sınırlı kalmadı. Çok güzel kompozisyonlar yazarak düzyazıdaki başarısını da sergiledi. Sıra arkadaşlarından birinin anlattığına göre, Füruğ’un ne yazık ki hiç sevmediği ders inşa (kompozisyon) idi. Çünkü öğretmeni sürekli olarak yazdıklarının kendisine ait olmadığını, başka yazarlardan kopyaladığını ileri sürdü. Bunun, edebiyat eğitimi ve öğretiminde son derece olumsuz ve kötü bir tutum olduğu kanısındayım. Yazma konusunda yetenekli gençlerin yönlendirilmesi ve yüreklendirilmesi, edebiyat öğretmeninin birincil görevi olmalı bence. Yukarıda anlatılanlar, ne yazık ki ülkemizde de rastlanan bir durum.
Ferruhzâd, İran'daki diğer kız çocukları gibi, lise öğrenimine devam ettiği sırada, henüz on altı yaşındayken İran'ın ünlü isimlerinden olan Pervez Şapur ile evlendirildi. Bunun ardından babasının başka bir kadınla daha evlenmesi, Füruğ ve ailesini yıktı ve her birini bir köşeye savurdu. 1952 yılına gelindiğinde henüz on yedi yaşında olan Füruğ, Esir adlı ilk şiir kitabını yayımladı. Bu arada bir dergide yayımlanan “günah işledim çok zevkli bir günah” adlı şiiri müstehcen karşılandı, kendi hakkında birçok söylentinin çıkmasına neden oldu; aile içinde de öfke uyandırdı. Bunun üzerine Füruğ, baba evini terk ederek kiraladığı tek odalı bir evde yaşamaya başladı. Bu olaylardan sonra, araya girenlerin ısrarıyla Füruğ yeniden baba evine döndü ama çok geçmeden 1954’te eşiyle birlikte Ahvâz kentine gidip yeni bir hayata başladı. Bir süre sonra yeniden Tahran’a dönen Füruğ, bu kez de eşiyle arasında baş gösteren sorunlarla mücadele etmek zorunda kaldı. Kâmyâr adındaki oğullarının doğumu, bu sorunları daha da artırdı. 1955 yılında Füruğ için ayrılık kaçınılmaz oldu. Yakın çevresiyle birlikte İran’ın çağdaş şairlerinin en ünlülerinden Ahmed-i Şamlu’nun eşi de bu ayrılığa katkıda bulundu ve evlilik yaşantısının Füruğ’un yaratıcılığı ve düşünsel gelişimini engellediğini dile getirdi.
Bu ayrılık olayıyla birlikte Füruğ ne yazık ki sadece eşinden ayrılmakla kalmadı, mahkemenin verdiği kararla, çocuğunu görme hakkından yoksun bırakıldı. Eşi de yaşamı boyunca asla oğluyla görüşmesine izin vermedi. Sonuç olarak; şiire tutkusu nedeniyle eşinden, çocuğundan kopan Füruğ, yazdığı şiirleriyle teselli bulmaya çalıştı. Bu dönemde yaşamında şiir daha fazla ağırlık kazandı. 1956’da Roma’ya giden şair, İran’a döndüğünde kendisini tamamen yazmaya verdi. Alanında araştırmalar yaptı. Hâfız- Şirâzi ve Sâdi’nin tüm şiirlerini ezberleyerek onlar üzerinde çözümlemeler yapan Füruğ’un son derece güçlü bir hafızaya sahip olması, çevresindekileri şaşkınlığa uğratıyordu. Kendisi de söylediği bir şiirini hemen orada ezberleyip daha sonra yazıya geçirme alışkanlığı taşıyordu, söylediği şiirleri hiçbir zaman yeniden gözden geçirmedi.
Şiirin yanı sıra sinemayla da ilgilenmeye başlayan Füruğ, 1959’da Gülistân Film adlı bir şirkette çalışmaya başladı. Oyunculuk, senaristlik, kameramanlık, yönetmen yardımcılığı, dublaj, montaj gibi birçok alanda çalıştı. Füruğ’un sinema alanındaki ilk çalışması olan Bir Ateş adlı belgesel kısa film, o yıl İtalya'da Belgesel Filmler Festivali'nde birinciliği elde etti. Bir yıl sonra ise 'Kara Ev' filmi, Almanya'da düzenlenen Ober Havzen Film Festivali'nde 'En İyi Film Ödülü'nü aldı.
Füruğ, kendi sinema bilgisini geliştirmek ve çağdaş sinema teknolojisini öğrenmek için İngiltere’ye gitti. Bu yolculuk sonrasında sinemacılıkta daha etkili bir konuma yükseldi. Tiyatroya da yöneldi; böylece pek çok sanat dalında başarılı oldu. Sanatta zirvede olduğu bu dönemde yaşam koşulları ve yasal zorunluluklar nedeniyle ayrı kaldığı oğlunun eksikliğini derinden duyumsayan Füruğ, 1962’de bir film çekimi için gittiği Meşhed kentinde Hoseyn adlı bir çocuğu, anne ve babasının da onayını alarak evlat edindi. Şiirlerinde oğluna özlemini sürekli dile getiren Füruğ, oğlu Kâmyâr yerine Hoseyn’le teselli buldu ve bu çocuğa İsfendiyar adını verdi. 1964’ te başka bir şiir kitabı olan Bir Başka Doğuş’u yayımladı. Bu kitap, Füruğ’un şiir sanatındaki en mükemmel ve başyapıt niteliği taşıyan eseri olarak kabul edildi.
Füruğ’un sanat dışındaki kişisel özellikleri; muhteşem bir güzellik, aşk ve hız tutkusuydu. Çılgınca araba sürme merakında olan Füruğ, ne yazık ki bu tutkusunun sonucu yaşamını yitirdi. Görgü tanıklarının anlatımına göre, Füruğ arabasına binip büyük bir hızla stüdyoya giderken, karşısına çıkan okul aracına çarpmamak için kendi canını çocuklara feda etti. Füruğ ani frenle ön camdan dışarı fırladı ve yola düştüğünde boynu kırılarak yaşamını yitirdi. 14 Şubat 1967’de her yanı güllerle donatılmış bir araçla o çok sevdiği “kabul eden, her şeyi kabul eden toprakta, huzura bir işaret var,” dediği toprağa kavuştu. Ölümü ile yarım kalan İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına isimli şiir kitabı ise 1974'te yayımlandı.
12 Haziran 2006
Füruğ Ferruhzad, kısa süren yaşamı boyunca kadınların yaşadığı ayrımcılığa karşı çıktı. Şiirlerinde feminist bakış açısıyla kadını ve toplumsal sorunları işleyen Ferruhzad'ın Avrupa'ya yerleştikten sonra yaşadıklarını anlattığı anıları, röportajlar ve mektupları Dünya Sevmek için Çok Küçük adlı kitapta toplandı. Gri Yayınevi'nden Kenan Karabulut'un çevirisi ile dilimize kazandırılan kitap, ‘Bir Başka Diyarda', 'Mektuplar' ve 'Furuğ İle Yapılan Röportajlar' olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Makbule Aras, kitabın önsözünde “Yaşadığı aile içi çatışmalar, toplumsal baskılar genç yaşta girdiği dünya evinde de onu rahat bırakmaz. Yaşadığı hayata katlanamaz raddeye gelir ve sonunda nefes alamaz olur, çareyi kaçıp kurtulmakta bulur. Hem de biricik oğlunu bir daha görememek uğruna... Ancak bu kaçış, Füruğ'un Füruğ olmasındaki en temel noktadır, onun en isabetli kararıdır,” diyerek şiir uğruna gerçekleştirilen bu büyük özverinin altını çiziyor.
Füruğ’un yazıları "Ne yazık! Dünya sevmek için çok küçük. Nasıl bir karanlık mağarada yaşıyorsun, hiç hissettin mi? İki altın kanatla sonsuz bir boşluğa doğru uçmayı hiç istedin mi," sözleriyle başlıyor. Gençlik döneminde yazdığı mektupta şöyle diyor Ferruhzâd: "Ben aslında kederi seviyorum ve incinmekten zevk alıyorum," Mektubun devamı şöyle:
"Benim arzum İranlı kadınların özgürlüğü ve onların haklarının erkeklerle eşit olmasıdır. Ben bu ülkede erkeklerin adaletsiz dünyasında kız kardeşlerimin çektikleri sıkıntıları biliyorum. Sanatımın yarısını onların dert ve ıstırapları için kullanıyorum.”
O denli etkileyici ki… Kederi sevdiğini söylemesi ve incinmekten zevk aldığını belirtmesi Fuzûlî’nin de beslendiği İran kaynaklarını anımsatıyor bizlere. Şöyle der Fuzûlî: “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabîb/ Kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır.” Günümüz Türkçesiyle: “Ey hekim! Aşk derdiyle başım hoş benim; yaramdan el çek. / Bana derman hazırlama ki senin merhemlerin benim ölümüm sayılır.”
Celal Hosrovşahi'nin Furuğ'un Öyküsü adlı kitabına adını veren ilk öyküyü okudum bugün. Anılardan beslenen, duygu yoğunluğuyla dolu bir kısa ve güzel bir öykü. Yazar, Füruğ'la ilgili anılarını anlatırken, onun gözümüzün önünde tüm canlılığıyla belirmesini sağlıyor:
“Furuğ hayat doluydu. Ve ondaki canlılıktan keyiflenirdim. Çevresindeki her şey ondaki merak duygusunu uyandırırdı. İnsanları ve doğayı severdi, denize ise âşıktı. Gülerek espriler yapardı: ‘Küçük sular, büyük balıklara göre değil.’derdi. Gerçekten de öyle, bu dünya, bu hayat Furuğ'a çok küçük gelmişti; ‘dünya sevmek için çok küçük’tü.” diyor. Füruğ’un bizdeki imgesiyle de örtüşüyor bu cümleler.
13 Haziran 2006
“Bilmiyorsun ne denli kederliyim, ne denli canım sıkılıyor... Siz gelinceye dek boğulacağım sanki- Ne yararı var? Tüm bu işlerin yararı ne? Şimdiye kadar senin başarın ve orda olman ve hayatının iyi gidişatı ile kendimi avutuyordum, şimdi dönmek niyetindesin ve tüm nasihatlerim boşa gitti... Yazık! Burada sen öyle insanların arasında yaşayacaksın ki, benim tüm hayatımı mahvettiler. Bunların hepsi bir hiç, hiç... Hiç. Bu senin resmini dergilerinde basanlar, yarın sadece seni çekiştirecekler, sadece ardından konuşacaklar, kötüleyecekler seni... Bilmiyorum ne denli dayanabileceksin bu duruma? Ben bunların arasında yaşadım, bunların arasında ‘ öldüm’ ve nihayet kendimi buldum... Ama sen?.. Ben de senin gibi sokağımızın tozuna, toprağına Emiriyye Caddesi’nin dilencilerine, güvercinlerine, köpeklerine ve ayçiçeklerine âşığım, ama tüm bunları kime anlatmak niyetindesin? Sen naif ve saf duygularınla yaşıyorsun ve burada seni ti’ye alarak hayatlarını sürdürenler olacak. Ben böyle şeylere alışkınım ve bu "sihirbaz"ları iyi tanıyorum. Sen de gel ve yakından tanı onları, seni ve aynayı bekliyorum. Ailemizde ilk ölen insan ben olacağım, sonra sıra sende, bunu biliyorum...” (Çeviren: Kenan Karabulut)
Füruğ’un kız kardeşi Feri’ye Tahran’da yazdığı bu tarihsiz mektup, ona son mektubudur aynı zamanda. Füruğ’un şiirlerinden bazılarını yazmak istiyorum defterime. O denli sıcak ve duygu dolu şiirler ki… Ne de olsa yüzyıllar boyunca aynı kaynaktan beslenen duyarlılıkların insanları değil miyiz? “Yeniden Merhaba Diyeceğim Güneşe” adlı şiirinde şairin her şeye rağmen yaşama tutunmasının, yeni güne aşkla, sevgiyle yeniden başlamasının coşkusu, bütün içtenliğiyle yansıyor:
“Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden geçen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim.”
(Çeviren: Cavit Mukaddes)
Çocuğundan ayrı kalmanın ıstırabını dile getirdiği dizelerinden bir demet:
“Biliyorum, şu an o metruk hâneden/ Uçup gitmiş yaşama sevinci/biliyorum, şu an bir çocuk acıyla/anneden ayrılığın matemini tutuyor… Ama ben yorgun, perişan/devam ediyorum yolunda arzularımın/şiir yârim ve dahi yoldaşım/ gidiyorum, ta ki varıncaya…” (Çeviren: Kutlukhan Eren)
1955’te yazdığı bir şiirinin bazı dizeleri de şöyle:
“Ey gözyaşı gibi yıldızlar!/ Başları göğün karanlık kucağında/ ey bu dünyaya o ebedi âlemden/ bir kapı olanlar! O gitti, ancak gitmez sevdası gönlümden/ Ey yıldızlar, ne oldu da istemedi beni?/Ey yıldızlar, yıldızlar, yıldızlar!/ Nerede peki o ebedî âşıkların meskeni?” (Çeviren: Kutlukhan Eren)
Bu dizelerde yansıyan romantizmin yıldızlı pırıltıları; ayrılığın hüznünden gelen incecik bir duyarlılık ve mistik bakış, ruhumu ürpermelerle dolduruyor. Füruğ’un şiirlerinin çoğunda yıldızlar önemli bir imge olarak kendi varlıklarını duyumsatıyorlar. Doğu mitoslarında yıldızlar yalnızca duygusallığın simgesi değil, aynı zamanda insanoğlunun yazgısını belirleyen, evrenin tanrısal gizemini içlerinde yoğunlaştırarak büyülü bir ışık halinde yansıtan varlıklardır.
Füruğ, olağanüstü yaşamıyla, geride bıraktığı yapıtlarıyla, kadınların ve tüm insanlığın yazgısında öncü bir yıldız gibi parıldamaya devam edecek…
( FÜRUĞ FERRUHZAD )