Veysel Çolak, hayatın işleyişini, kurgusunu önemser. Bu nedenle
hayatta olduğu gibi eşzamanlı ve artzamanlı olay ve olgulara açık tutar
şiirlerini. Her şiirinde hayatın bütününü kucaklamak ister. Bundan olacak, her
sözcüğü, her dizeyi bir tema, bir konuymuş gibi seçer; bunların üzerinden
geliştirir şiirlerini. Arkadaşlarıyla birlikte kaleme aldığı Yenibütüncü şiir anlayışına uygun bir
kalkışmadır yazdığı şiir. Özetle, “Şiir;
her insana yayılmış somut ilişkilerin bireyde kabına sığamayan yoğunlaşmasından
patlayan bu lirik başkaldırı, hiçbir bireyi ayırmaksızın herkese yöneltilmiş bu
gözüpek ve tok çağrı, bugün de zekânın ve yüreğin bireysel oylumdan çakan
şimşeği olarak kendini yaşamın ön siperlerine adıyor: Çünkü maden ve ipek,
başak ve mürekkep, ter ve buz, gül ve bakır sürtünmüştür. Öneriyor ve işe
koyuluyoruz: Gün, ateşe atılış günüdür.” demektedir. (1) Veysel
Çolak, Yenibütüncü şiir anlayışının, bu poetik kavrayışın örneklerini koyar
ortaya. Bireyden topluma, toplumdan bireye uzanır bu şiirler. Bu nedenle buz
ve ateşi, mimoza ve tabancayı, aşk ve ihaneti, kadın ve erkeği, ezen ve ezileni
yan yana koyarken; coşkusunu, öfkesini ve lirizmini diri tutan bir
dille karşılar okuyucuyu. Fısıltılı, mırıldanan değil, aksine; toplumla,
buğdayla, tabancayla, başakla, aşkla, insanla yüzleşmeyi öneren, şiirin bir
ayaklanma olduğunu ortaya koyan bir
direncin altını çizer. Olaylar, olgulardır öne çıkartılan, öyle görülür; ama Veysel Çolak dize şairi olduğu kadar,
sözcük şairidir.” Kemençe, işçi,
hançer, papatya, kuş, yara, boşluk, dağ, gökyüzü, kadın, ten, kömür, gövde,
ter, buz, ateş, begonya, ipek, karanfil, pas, kan, kalp, kuyu, kent, zaman,
gökkuşağı, öfke, dünya, yangın…” sözcükleri bu nedenle sıkça yer alır
şiirlerinde. Bunu yaparken sözcükleri yeni bağlamlarla kurgular; yeni anlamlar
oluşturur. Dilin sonsuz yaratıcı gücüne işlerlik kazandırılır böylece. Poetik
açıdan düşündürücü açılımları olan bu tutumun örneklerinden oluşan bir kitap
olarak düşünülebilir ‘Mürekkep Zamanlar’. (1) Elbette, bu açıdan okunmayı da
gereksindiğini unutmamak gerekiyor. İki bölümden oluşturulmuş söz konusu kitap:
Birinci bölüm “Gerileyecek yerim kalmadı
/düşerken sarılacağım sensin”; ikinci bölüm ise “Yara bir başkasında; ama kanayan benim” adlarını taşıyor. Birinci
bölümde “ayrılık, cinsellik, yalnızlık,
boşluk, giden sevgilinin yeni başlangıçlarından duyulan yoğun korku ve merak,
insanın kendine ve ötekine karşı büyüttüğü o yoğun yabancılaşma” üzerinden
aşk izleği, bütün derinlikleriyle irdeleniyor. Bu, toplumsal nedenleri konuyor
ortaya. İdeolojik açılımlar getiriliyor. Bir konunun, bir temanın binlerce kez
yazılacağını da işaretlemiş oluyor. Bir uyarıya da dönüşüyor bu: Biçimde,
biçemde, teknikte, imgede, seste… özgünlüğün olabileceğine vurgu yapılıyor. Veysel Çolak, özellikle ‘Mürekkep Zamanlar’ın ilk bölümüne
aldığı şiirlerinde böyle bir aranışa girdiği görülüyor. Şairin kendini eğitmeye
yönelik bir çalışma olarak da değerlendirilebilir bu. Kendi deneyimini anlama
çabası gibi bir durum. Örneğin ayrılık izleğinin özgün biçimde
defalarca yazılabileceğini örnekler şiirlerinde: “bir
zamanlar vardın sen/ şimdi kemiren bir yanılsama”, “her akşam genişleyen bir
ayrılık buluyorum evimde”, “elveda/ elvedalara… kalbinin yarısı yaz/ yarısı
karlar altında”, “aramızda bir insanın asılırken tekmelediği boşluk/ sıyrık
kelimeler, yanık yüzün/ ve bir daha hiç konuşamama korkusu”, “kül olduktan
sonra anlarız ikimiz de ateşi”, “gidersin, yol güçlenir, yenilirsin ne güzel/
birkaç kör bakakalır arkandan”, “alnım kanıyor, üstüme devriliyor uzaklık/ alıp
gidiyorsun işte geveze günlerini/ aşk değil bu, yara içinde yara”, “sürek
avlarından kurtardık birbirimizi/ ama öldük. Bir ırmak olup gömüldük içimize”,
“bir dağa sarılarak özlerken seni/ naylondandı kent'', “sevgili yok, anlat artık
o çatlatan boşluğu…”
Şunu da belirlemekte yarar var: Veysel Çolak sevgiliyi güzelleyen, sevgiliye lirizmin doruklarında
dizeler örer. Zaten Veysel Çolak
şiirlerinde kadın önemli bir öznedir. Onun şiirinde kadın bazen hırçın ve
kabına sığmayan, bazen hem kavga, hem hayat yoldaşı, bazense yaşam savaşında
sanki hemen yenilecek, ayağı kayacak bir çocuktur kadın. Toplumun eziciliğinin
karşısına kadını koyduğunda darmadağın olmasından korkulandır. Sığınak yine
kadındır ama. Bir şiirinde “bir kadının
içine gömün beni” diyerek karşı cinse duyulan o yoğun tutkuyu da dile
getirir. Ama daha çok kadını eş ve kendi eşiti olarak görür. Böylece kadın
imajı, onun şiirinin yapı taşlarından birini oluşturur. Kadın-erkek ilişkilenmesinin bütün evrelerine
yer verilmiş bu şiirlerde. Aşkın yarattığı o müthiş gerilim ve duyarlık,
sevgilinin yokluğunda yaşanan açmazlar ve kişinin sürüklendiği ağır bunalım,
giden sevgilinin seçtiği yeni hayata karşı duyulan yoğun korku ve merak,
topluma güven konusunda yaşanılan gelgitler; beraberliğin getirdiği taşkınlaşan
lirizm; cinsellik bağlamında kadın ve erkeği açıklar bu şiirlerde. Bir bakıma
hayatı ve hayatın sürekliliği sorgulanır. Varoluş sorunsalını kavramaya yönelir
bu aranış. Zaman mürekkeptir çünkü.
Notlar:
(1)
Yenibütün:
Kendini Biriktiren Bireyin Şiiri; Yenibütüncü Şiir Manifestosu; Veysel Çolak,
Metin Cengiz, Tuğrul Keskin, Hüseyin Haydar ve Seyyit Nezir, Broy şiir dergisi, Ocak 1988, sayı: 27
(2)
Veysel Çolak, Mürekkep Zamanlar, Papirüs
yayınları, I. Basım, İstanbul, Ocak 2005