Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

VEYSEL ÇOLAK - TUĞRUL KESKİN




İZDÜŞÜMÜDÜR HÜZNÜN

veysel çolak'a

akşam alacasında kovalar gibi hüznü
dolaşmak ankara sokaklarında, duymaktır
ölü bir kentte ölümü

uzaklardaki mahzun
acının isyanıdır artık gözbebeklerin
izdüşümüdür hüznün
ve artık alfabeni dize dur...

kuru ekmeği batırıp yerken soğuğa
terli yürekler kanayacaktır
yaşanmış ve yaşanacak olanın
şiiri de belki yazılamayacaktır

sen köşem’de çayın içine koy yüreğini
aşkı anlatacağım sana

hasret ayrılık ve yalnızlıklar bizedir
bu akşam belki kar da yağmayacaktır (ama)
yine de yenik düşecek yalnızlıklardır

geceye koşarken vakit, ayrıldık
veysel mi beni
ben mi uğurladım veysel’i.




Ankara, Köşem Kıraathanesi, Şubat 1981'de yazılmış ve benim "Kırılan Kar Sesi" adlı kitabımda yer alan bu şiir, aşağıda yazdıklarımın en önemli tanığı olacaktır hiç kuşkusuz..
"Kalbi gülden, dışı granitten bir şair Veysel Çolak. Bunu O'nun yakınları bilirler. İlk bakışta dünyanın bütün haksızlıklarıyla, bütün kötülükleriyle, bütün zalimlikleriyle hesabı olduğunu görür bakan insan. Fakat bu kavgayı nedense bir takım insanlar, kendilerine yorarlar. Oysa Veysel'in hesabı dünyadan akan kanladır, bunu da bilenler bilirler. İnkara gelinmez bir gerçeği var şiirimizin; Veysel Çolak bu büyük şiirin okuludur, böyledir. Çünkü Veysel temel olarak kıskançlıklardan arınmış bir kişiliktir, bilgiyi paylaşır, öğreticidir. Bunu da bilenler bilirler. Otuz küsur yıllık arkadaşlığımızdan öğrendim ki; O her zaman "gül sürter kelimelere"de, bunu da anlayanlar, anlayabilirler..."  Veysel Çolak için bunları yazmışım bir zaman önce.

Fakat her nasılsa uzunca bir zaman geçmesine karşın, bir türlü başlayamadım Maksut Koto'nun istediği bu yazıya. Şu an da Veysel Çolak şiirinde derinlikli bir gezinti yapmayacağım elbette. Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere, otuz yılı aşkın arkadaşlığın ve şiir kardeşliğinin rahatlığıyla, Veysel'in hayatının bir iki dönemecinde duraklıyacağım sadece.  iki ayı geçkin bir zaman önce istenmesine karşın bu yazı, neden başlayamadım biliyor musunuz? Biraz zamansızlık diyelim, fakat asıl kendi hayatımın bir parçasını yazacakmışım hissine kapılmanın verdiği endişe bunca geciktirdi beni. Çünkü Veysel'le 70'li yılların sonlarında başlayan arkadaşlığımızın üstünden otuz küsur yıl geçmiş, bir ömür gibi yani. Bütün bu yıllar boyunca, zaman zaman kırılsak da, hep bir sevgiyi ve şiiri bölüşerek geldik bugünlere

Şuna da  inanıyorum elbette, yazacağım hiçbir yazı yıllardır uzayıp gelen bu arkadaşlığı ve Veysel Çolak'ı anlatmaya yetmeyecektir. Çünkü Veysel Çolak'ın şiir duraklarından söz etmek yahut hayatı üstünden konuşmak, yaşadığım hayatın bütünü üstünden konuşmak gibidir benim için. Şiirimin ve hayatımın özel bir tanığıdır Veysel Çolak. Bunca yıllar boyunca öyle çok insan, öyle çok şiir, öyle çok acı geçip gitti ki hayatlarımızdan, insan ömrüne nasıl sığdı bunca şey, şaşarım. Şimdi geçip giden o uzun yıllara ve hayatlarımızdan geçen insanlara baktığımda, geriye kalan bir kaç insanımdan birinin Veysel Çolak olduğunu görüyorum. Bunun içindir ki bu yazı daha baştan eksik bir yazı olacaktır,  Veysel için kuracağım her cümle biraz eksik kalacaktır.



Veysel'in sıradan, renksiz gibi görünen yaşamı, aslında hayatın bütün renklerini taşır, ben bunu bilirim. Bu çok renkli yaşamının bir yanı şiir ise, bir yanı şiirin kuramıdır. Bir yanı düşse, bir yanı gerçektir. Bir yanı kavgaysa, bir yanı barıştır. Çünkü Veysel, şiir atölyesindeki her şair adayına bunları öğretir ve sonuna kadar arkasında durur.

Veysel'in ilk karşılaştığım kitabı yanılmıyorsam "Terin Yaktığı Bir Yaradan" olmalı. İçinde büyük destanların, büyük kavgaların sesi olan o kitap. Sanki tarihin en eski zamanlarından ve tarihin bütün büyük kavgalarından süzülüp gelmiş gibi dizelerdi. İnsanlığın binlerce yıldır zulme, haksızlıklara karşı biriktirdiği ne vardıysa, ne öğrenmiş idiysem çocukluğumda ezberlediğim o destanlardan, yani Köroğlu'ndan, Babek'ten...hepsinin ruhu vardı sanki bu şiirde ve bütün olarak "Terin Yaktığı Bir Yaradan'da...

Bunca uzun arkadaşlığın ardından gördüm ki, Veysel Çolak her gününü "bir öncekine ihtilal" gibi yaşamak istese de, hayat bir biçimde tökezletiyor onu. Her şeye karşın yaşama yeni tanımlar bulmanın peşini hiç bırakmaz Veysel. Yaşamına ve şiirine durmaksızın yeni tanımlar arar ve bulur da. Şiirindeki dinamizmin ve hayatı kavrayışındaki bunca "dağınıklığın ve örgütlülüğün" asıl nedenidir bu. Çünkü Veysel Çolak'ın hayatı şiiri gibidir, yazdığı şiir yakışır ona. Hayatın hiç bir alanında Veysel'i kendime rakip hissetmedim, tavla dışında!!! Bilenler bilir, Veysel hayatı bütün ciddiyetiyle yaşar. Bazen ağır bir tarzdır bu ve bundan sıkılınca tavla oynamayı ve satrancı sever. Yenilgiden nefret eder. Çünük bu kişiliğinde yoktur Veysel'in. Yenilgi doğurabileceğini düşündüğü nedenlere karşı her zaman tutum alır ve bu nedenleri yok eder. 

12 Eylül Faşizmi'nin karanlık günlerinden birlikte geçtik Veysel Çolak'la. Sokakta, hayatta, şiirde, direnişte her yerde birlikte yürüdük o yılları ve gördüm ki; yüzü, bilgisi, bilinci, duygusu insanlığa dönüktür Veysel Çolak'ın. Bundansa çok şeyler öğrendim. Ve bunun içindir ki Veysel, hayatın her alanında örgütlü durabilmenin yollarını her zaman aradı ve buldu. Taşıdığı toplumsal vicdan, onun bilincini hem yenilgiden uzak tutuyor kanımca ve hem de her zaman mazlumdan yana kılıyor Veysel Çolak şiirini.

İlkgençlik yıllarımın dumanlı, çok sevdalı günlerinden geçerken, Veysel'i her zaman, bir şiire başlamanın ilk sözcüğü gibi algıladım. Geceler boyunca konuştuğumuz hayat, durmaksızın tartıştığımız bilgi ve okuduğumuz şiirlerle, belki de "Yenibütüncü Şiirin Manifestosu"nu oluşturuyorduk, kimbilir. Çünkü nereden bakılırsa bakılsın hayatlarımız ve Veysel'in hayatı, acıların ve sınanmaların toplamı gibidir. Benim şiirimi yeni oluşturduğum yıllar ile, Veysel'in şiirini geliştirdiği yıllar, bilindiği gibi acının güncesinin de yazıldığı yıllardı. Zor yıllardı. Buralardan bakınca da Veysel, her zaman dostluğun vefalısı olmuştur hayatımda. Ve hayatın da cefalısı olmuştur hangi yönden bakılsa...

Hal böyle olunca, onu çok zaman giderken bulmuşumdur. Hep giderken ve her zaman yalnız. Bir şiirin peşine düşüp günlerce haftalarca denizlerden denizlere, mahpuslardan mahpuslara, dağlardan dağlara giderken...Kendi içine kapanmış, keder içinde bulmuşumdur. Bu keder yok oluşun değil fakat, şiirin yeniden kuracağı coşkulu günlerin üretken duygusu olarak bir keder elbette. Bu gidişlerden, bu içe kapanmalardan, her zaman büyük şiirlerle çıkar gelirdi. Üstü başı kekik, gözü kaşı tuz, eli ayağı yara/bere içinde.

Bunun içindir ki Veysel Çolak ve şiiri, her zaman insanın sancısının attığı yere, acının çağırdığı yere baktı, orada oldu ve onu yazdı. Bu gün Veysel Çolak şiirini, yazılan diğer şiirlerin pek çoğundan ayıran en önemli ayraç da bu alsa gerektir. Bu kısacık yazıyı, yine 80'lerde, yukarıda sözünü ettiğim acı günlerinde, bun günlerinin biteviye öldüren duygularıyla yazılmış bir şiirle sonlandırayım istedim.





ses verdin ismail ses verdin veysel ses verdin ahmet
o ateş yürüyor kanıma, sıcaklığını unutmadım yurdum
o ada akşamlarını unutmadım, bir şiirin okunuşunu
manisa yollarını, ankara ve adana sonra
sabahın bir vaktinde binlerce keklik uçuşunu

ses verdin ismail ses verdin veysel ses verdin ahmet

uzun kabuslar yaşıyorum, insanlar yanıyor o ateşte
her yanda bir baskın modası
kitap yakma havası herkeste, intihar nöbetleri
aynı sözü açıyor her sokak, ölüyorum
ve elveda ey, elveda sevgili olan her şey...

İstanbul, Kartal/Maltepe, Mart 1984
İsmail (Mert Başat), Ahmet (Telli), Veysel (Çolak)