2003 Yılında bir arkadaşımın önerisiyle geldim Karşıyaka Belediyesi Veysel Çolak Şiir Atölyesi’ne. Veysel Çolak’ı da ilk kez o zaman yakından tanıdım. Soma’da oturuyordum ve yoğun bir iş yaşamım vardı. Uzun zaman olmuştu edebiyattan uzaklaşalı. Veysel Hoca’yı dinledikçe ne kadar eksik kaldığımı anladım ve her hafta yaz/kış demeden Soma’dan gelmeye devam ettim. Daha önce yazdıklarımı beğenen ben, adeta yıkıldım! Çünkü çoğunun şiir olmadığını anlamıştım. Sonrası uzun bir durgunluk dönemim başladı. Daha titiz, daha seçici olmuştum bilgilendikçe.
O zamanlar “Şiir Atölyesi” söylemi yaygın değildi, çoğu eli kalem tutana bile garip geliyordu. “Şiirin atölyesi mi olur? Yetenek yoksa bilgi ne işe yarar?” gibi eleştiriler çok yapılıyordu. Ama yıllar geçti, (eleştirenlerin bazıları bile) Türkiye’de atölyeler açılmaya başladı. Demek ki şiirin atölyesi oluyormuş.
Bu atölye yaratıcı yazarlık, yaratıcı edebiyat düşüncesini geliştirmek için yaratılmış bir atölyedir. Herkese açıktır, yaş sınırı yoktur. On yılı aşkın bir süredir devam etmekte olup ücretsizdir. Var olan her şeyin bir bilgisi olduğu gibi şiirin de bilgisi vardır. İster şiir yazan olsun, ister şiir okuyucusu olsun bu bilgiyi öğrenmelidir. Şiir bilgisine sahip değilsen yazdığın şiir mi, değil mi anlayamazsın. Okuduğun şiiri çözümleyemezsin, gizemine varamazsın. Bu atölye Türk şiirine gelenek çerçevesinde sahip çıkmaktadır. Her ay, herkese açık, bir ya da iki etkinlik düzenlenmektedir. Bu etkinliklerde şairlerimiz anılır, anlatılır. Bu sadece edebiyatımıza yön vermiş eski şairlerimizle kısıtlı olmayıp; yaşayan, yeni kitabı çıkan, unutulan şairlerimizi de kapsamaktadır. Anılan şairin, şiirinin önemli özellikleri, yaşadığı dönemin şaire etkisi, şairin dönemine katkısı, önemli anıları masaya yatırıldıktan sonra şairin şiirlerinden örnekler seslendirilir. Etkinlikler dışında Cumartesi saat 14.00’ten 16.00’ya dek sadece edebiyat, şiir değil yaşamın kendisi anlatılır, tartışılır. Biz Veysel Hoca’dan bilgilendiğimiz gibi, Veysel Hoca’nın “Sizin bildiğiniz, benim bilmediğim çok şey var. Ben gözlem yaparak çok şey öğrendim. Gözlemlediklerimiz dönüştürülebilirse ortaya çok iyi sanat eserleri çıkar,” sözlerinden anlaşılacağı gibi, o da bizden çok şey öğrendiğini söylemektedir. Bir şair şiirini yazarken bir kahraman, bir olay, bir nesne, bir düşünce vb. getirir. Bir şiir şairin genişliğinde incelenir. Veysel Çolak “Yazdığınız öncelikle şiir olsun. Bana laf söyletecek şiir lazım.” demektedir.
Veysel Çolak ve Şiir Atölyesi’nin daha iyi anlaşılması için 8 Aralık 2012 Cumartesi günü aldığım notları sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Türkiye’de genel bir düşünce vardır: Her dergi doğar, yaşar, ölür. Her derginin bir ömrü vardır, bunu tamamlayınca da yok olur. Dergi toprağa ekilen bir fidandır. Bir zamanlar ben de (V.Ç.) böyle düşünmekteydim ama şimdi böyle düşünmüyorum. Bir derginin her sayısının, ilk sayının heyecanıyla, coşkusuyla çıkması gerekir. Her sayı ilk sayı iddiasıyla çıkarsa, her sayı ilk sayı olursa dergi yaşar. Bir dergi çıkmadan önce bir yayın kadrosu oluşturulur. Bu kadrodaki kişiler çıkış bildirisini (manifesto) yazarlar. Burada şunu şunu şunu yapacağız, şu yayın ilkelerine bağlı kalacağız gibi açıklamalarda bulunurlar. Bu ilkelere bağlı olarak dergiyi özenle çıkarırlar. İlk sayı gümbür gümbür gelir. Ne yazık ki sonraki sayılar böyle olmayınca dergi okuyucu bulamaz ve ömrünü tamamlar. Suç da okuyanlara, yazanlara yüklenir. Bir dergiyi çıkaranların bütün antenleri açık olmalıdır. Okuyucunun neye ihtiyacı var bilmeli, onun sorularına yanıt olanağı veren yazılara yer vermelidir. Eğer okuyucunun soracak sorusu yoksa baktığında onda soru sorma ihtiyacı uyandıracak yazı başlıklarına yer vermelidir. Her sayıda mutlaka, bir dize de olsa, yeni bir şey bulunmalıdır. Birilerine sataşmak, çamur atmak, kavga etmek de dergiyi okutabilir ancak bu etik bir yol değildir ve böyle açmazlara düşmemek gerekir. Sanat, edebiyat, şiir bir ihtiyaçtır. Bunun ihtiyaç olmadığını düşünen bir toplumla karşı karşıyayız. Ancak bizler bu ihtiyacı hissettirmeliyiz. Bu saldırarak ya da yücelterek yapılmaz. Bunun yöntemini dergi çıkaranlar bulmalıdır. Bugün gerçekten dergiler dibe vurmuş durumdadır bunun sorumlusu da okuyucular gösterilmektedir. Asıl suçlu hem dergiyi çıkaranlar hem de yazan/çizenlerdir. Behçet Necatigil “Ben seninle tanımlıyım,” demiştir. Bu, sen benimle belirleniyorsun, biz birbirimize karşılıklı duruyorsak bir anlam yükleniriz demektir. Karşımda sen olacaksın ki bir anlam yükleneceğim, yani dokunacağım, seveceğim, güleceğim, kızacağım, öfkeleneceğim vb. Beni yok sayarsan kendini de yok sayarsın. Eğer biz, bir edebiyat topluluğuysak nerede olursak olalım birbirimizi sahiplenmeliyiz. Melih Cevdet’in dediği gibi, yaşadığınız toplumda devamlı kendinizi koruma duygusu taşırsanız, bir hesabınız olmaya başlarsa ne olur? Beni eleştirir mi, iftira atar mı, suçlar mı, sırrımı ortaya döker mi kaygısıyla yaşamaya başlarsanız ne olur? Bu müthiş ısıran bir davranış olur. Güvensizlik başlar, barış olmaz, sahiplenme olmaz, kavga başlar. Kısaca sevimsiz duygu, düşünceler işlerlikte olur. Kendinizi o toplumdan, topluluktan koruma duygusuyla yaşayabilir misiniz? Hele o topluluk bir de bir edebiyat topluluğu olursa! Hepiniz birer öznesiniz. Belirli yaşta, belirli birikime sahip olan kişilersiniz. Ben (V.Ç.), sizden aldığım bilgilerle, sorularla gidip evde çalışıyor, düşünüyorum. Bir araya gelince biri bildiğini, sorusunu getirir; öbürü bildiğini, sorusunu getirir, tartışılır, değişik düşünceler, doğrular, yanlışlar ortaya çıkar. Dünyada hiçbir şey, ki buna sanat da dahil, öğrenilmeden yapılamaz. Yapacağımız şeyin bilgisine sahip olmamız şarttır. Bunun eğitimini alacaksın, o eğitimi kendine uygulayacaksın. Bir heykeltıraşın taşı yontması gibi bilgilerinizle yazdıklarınızı yontmalısınız. Dergi çıkarıyorsanız dergiciliği bilmek zorundasınız. Dergi doğar, yaşar ölür diye bir şeyi, ben (V.Ç.) kabul etmiyorum. Her sayıyı ilk sayının heyecanı, doluluğu ile çıkartabiliyorsan, okuyucunun kafasında soru üretebiliyorsan, okuyucunun sorularına yanıt verebiliyorsan dergi kalıcı olur. Çıkış, Yarına Doğru, Doğrultu, Türkiye Yazıları, Yamaç, Broy, Dize, Kurşunkalem (ilk 5 sayısı) dergilerinin mutfağında emeğim oldu. Dize Dergisi Ekim 1995’ten beri on yedi yıl aksamadan her ay çıktı, 204. sayıya ulaştı. İlk çıktığı gün üç yüz abonesi vardı, en az bin basılıyordu. Sonra bu sayı altı yüze kadar düştü.“
Son söz olarak diyeceğim, Türkiye’de adı “atölye” olan bu çalışmaların ilkini başlatandır Veysel Çolak. O, hiçbir karşılık beklemeden bilgilerini paylaşmaya, aktarmaya çaba göstermektedir yıllardır. Günümüzde bunu yapan kaç kişi vardır? Bu atölye, yani Karşıyaka Belediyesi Şiir Atölyesi diğer iller tarafından da çok önemsenmektedir. Hatta bazı üniversitelerde akademisyenler tarafından tez konusu yapılıp incelenmiştir. Kültür Bakanlığı da bu konuda bir kitap hazırlamakta olup yapılan etkinliklerin listesini, afişlerini istemiştir.