Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

CANAVAR DERİSİ - NESLİHAN YALMAN

‘’SELAM OLSUN O SONSUZ AŞKLARA’’  ŞİİR DALI E-DERGİ

























-herkes bir şeyin zencisi, onlar rollerinin
gündüzü  tırsak  Mecnun, gecesi bıkkın Leyla-


tadını hatırladı yapıştığı fıstıklı alt dudağın
çınarlığını çam kokusuyla değiştirdiği

ruj soluk imzasıydı gönderilmeye çekinilen
yazılmaya üşenilen mektuplarının

-günleri ölümle hasta, hisleri kır saçlıydı-

sığınma talebinde Mater Dolorosa rahmi
bilinmezliğe kahretti Allah’la kırıtarak

denizden taze çıkan kızlara programlı bay’efendi
bayan’efendiye dalış yapmayı fantezilerken
trajedi: erkeğin romantik, kadının pornografik
ayinlerde ayarsızca kurban edilmesiydi

-pankartlara slogan kısalığı
‘‘seni istiyorum’’un ‘‘defol git''e
çabucak geçişiydi-

yanlış zamanlar ki, doğruluğun pusulası şaşkın
uçma tutkusuydu tek kanatla kafesin ağzından

ellerinin ellerine kenetlenemediği aralıkta
havanın harladığı ne yıllanmışlıklar yandı

keşke, sıkışmasaydı kâğıtbalığı kemikleri
ısırma hunharlığıyla kalçadan akvaryumlarda

gizli mahcubiyetleri mumyalansaydı
kay değil kaynaş, az öteye gitmeksizin

- patlayagelir miydi gömü bir aşk
karnından alışıla’nın saçı saçılarak?- 


                               
ÖYKÜSÜ


Bu şiir herhangi birine yazılmamıştır. Aslında, ‘model’ olarak özel biri vardır. Lakin, hayatı türlü duyguyu barındıran büyücek aşk olarak düşünürsek; model alınan şahıs, yazan şahsa sadece itici güç olmuştur diyebiliriz.

Somutlarsak; tıkış İstanbul anonimliğiyle, serkeş İzmir dinginliği arasındaki gerginliğin etkisiyle ve itiraf edilemeyenlerin dil uçurumundan taşmasıyla kırbaçlanmıştır yazılanlar.

Soyutlarsak; herkeslik acısı, savruk egolar, cinsiyetler, yazgılar, korkular… 

Tüm bunlardan geriye sadece bir an… Sığınıl’an… Şiir: belki ‘bir’… Başlayıp biten döngü; içi sonsuz, dibi karanlık, cinneti keskin… En az iki kişiye bulaştığında göğe harlanan…

Sezen Aksu’nun ‘‘Dört Günlük Bir Şey’’ şarkısında, ‘‘ben senin bal gözlerinde/ dört kısa günde bilsen neler neler gördüm/ sahteyle gerçeğin karmaşasını’’ dediği, ‘‘The Bridges of Madison County’’ filminde Francesca ve Robert’ın dört günü gibi; ama sadece bir güne -çay bahçesi gecesine-, çay bardaklarının huzuruyla sıkıştırılmış. Sonrasında, Taksim cehenneminde yine birer fincan çay temposuyla heba edilmiş.

İşlere, yapılacaklara, bambaşkalara toz olmuşlar. 

Ardından;

Yıllar sürecek mesafesi girmiş zamanın araya. Konuşmamışlar, yazışmamışlar; aramamışlar birbirlerini. Gülün dikeni gibi adamın tek öpücüğü, yarı acıtmış bir gün kadının sırtını. Kazıyıp derisini; kan, irin, haz, çelişkiye ulaştığında, sözcüklere kat çıkmış.

Sosyolojiler, psikolojiler, geber yalnızlık, metal şıkırtılar… Her şeyi dökmüş, adamın temsil kucağına dökemediği. Suyun hararetine nefesini üfleyerek…

Arada değil, orada ne yaşandıysa!.. An’lara bölünmüş bir an/da saniyelik!..