Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

ONDOKUZUNCU YAZ - SEZEN ÇİĞDEM

‘’SELAM OLSUN O SONSUZ AŞKLARA’’  ŞİİR DALI E-DERGİ























I.

Beyaz badanalı duvarlarda
Güneş, kenti çizerdi bir zamanlar
İşçiydim, beklerdim geçişini
Memurların, çöpçülerin
Balkonlarında çiçeklerin
Evlerinde merdivenlerin
Gençliğim geçerdi sokaklardan
Ben seni beklerdim.

Ihlamur vakti koynuma kadar yürürken sesin

Kollarımızda ölüp dirilirdi sonbahar

”Bir gece” dedin, ellerin ki lisan konuşur:


”Çağır ki gidelim

Seninle başlayan zamanın 
rahman ve rahim olan adıylan”

Ben seni beklerdim.

-Ondokuzuncu zamanın içinde
Saçlarımdan el çektin, o hezar 
Senden evvelce terk etmek için beni
Uzak ülkelere dilekçeler yazdılar

Ve bir sigara gibi yanıp 
biten aşklar varsa da yeryüzünde
Diyordum, ondokuz yaz geçer

Ben seni beklerdim…


ÖYKÜSÜ

                                                                                                        
Bazen aşklar film olur ya, bize film çeken olsa filmimiz aşk olur…


Ondokuz yaşımın tüm güzelliği ve zerafeti içinde konservatuar okuyordum. Annem kansere yakalanmıştı, bitmek bilmeyen parasızlık günleri de işte o sıralarda başladı. Geceleri, yıllardır olduğu gibi müzisyenliğe devam ediyordum fakat daha çok çalışmam gerekiyordu, kanser pahalı bir hastalıktı ve hem kendim hem de ailem için ileride çok daha zor günlerin geleceğini düşünüyordum.

Bir benzin istasyonunda pompacı olarak işe başlamıştım. Müzisyenlik yaptığım mekânlardan gece sabaha karşı eve geliyor, sabah ise hemen işe koşuyordum. Günlerim; iş, ev, hastane arasında mekik dokumakla geçiyordu. Bu yoğun ve üzücü günlerin içinde, farkında olmadığım bir güzelliğin olduğunu bilmiyordum. 

Bir süre sonra bir çift bakışla karşılaştım. Nasıl oldu anlamadım fakat kim olduğunu merak ettim. Sanırım bu kaderin ilk işaretiydi. Üzerinde durmasam da, o bakışın beni izlediğini anlamam, çok uzun sürmedi. Birkaç kez sohbet etmiş olmamızın çok dışında, apayrı bir yaşanmışlıktı bu.
Ve sonra bir gün gözlerimiz bir an karşılaştı, hani bir insana sımsıkı sarılırsın da bir yere gidemez ya, işte o misal. Ondan kaçamadım. Fakat bir dahası olmadı benim için, toparlandım, çünkü olamazdı… Ekmek aşktan üstündür diyordum, o zamanlar nerden bilirdim ki, her ekmekte emek vardır, aşk vardır. Aşk olunca emek ekmek olur, ekmek emek olur…

Günler geçti, hiç beklemediğim bir anda gelip kimse yokken, çok ciddi bir ifade ile “Seninle önemli bir konu konuşmamız gerek.” Dedi. Korkmuştum, yanlış mı anlamıştım, işimden olur muydum? Bütün bunlar bir gün boyunca dolaşıp dururken aklımda, işim bitti, hazırlandım ve çıktım. Onu bekledim parkın ilerisindeki köşe başında. Geldiği an, sanki daha önce hiç yaşamamışım, o olmasa hiç bu duyguyu yaşayamazdım diye düşünüyordum. Heyecanım geçtiğinde iş yeri hakkında ve havadan sudan konuşarak yürüyorduk. Bir anda evlenme teklif ettiğinde dünyada bir insanın yaşayacağı bütün duyguları bir anda ve aniden yaşadım. Tanımadığım çok kibar ve sevecen olduğu her halinden belli olan üstelik âşık olduğum bir adam ansızın evlenme teklif ediyor. Kızmalı mıyım, sevinmeli miyim bilemedim. Ne olursa olsun umurumda değil, elimden tutup götürse sormam dedim içimden. Fakat annemin kesinlikle istemeyeceği aklımda yoktu. Sadece hoşlandığımı söylemekle yetindim. Sonraları az olsa da zamanımızı geçirmeye çalışıyorduk, kesinlikle el ele değildik. İnsanların o çirkin gözleri, sözleri bir gölge gibiydi çünkü. Zaman geçtikçe büyüyordu aşkımız. Ta ki bir gün annem anlayana kadar…,

Olmaz diyordu, tahsilinizden, maddiyata kadar bir arada olamayacağınız çok neden var. Kendine nasıl layık görürsün bu adamı diyerek bağırıyordu. Bir arada olmamamız için her türden engeli yaratıyor ve hayatı haram ediyordu. Sevdiğim biliyordu bunu ve bir gün “hemen evlenebiliriz, eğer sen istersen, ben seni istiyorum.” Dedi. İşlemler için nüfus kâğıdımı vermiştim. Kendimize göre hazırlık planları yapıyorduk. Nasıl olsa bir gün sevgimizi anlayacaktı annem, çünkü o da bir kadındı ve anneydi…

Sonra bu güzel ve kaygılı hazırlıklar bir anda bitti… Beni çok sevdiğini söyleyen arzulayan ömrümü benden isteyen adam kayboldu. Gitti. Konuşmadık bile… İşten aniden ayrıldı. Yurtdışına gideceği söylendi… Yaşamanın ne olduğunu onun varlığı ile öğrendiğimi düşünürken bir anda sanki hiç yaşanmamış gibi eski hayatıma döndüm. İçim onunla böylesine doluyken, onsuz sokaklar caddeler bomboştu… Benliğim de…

İşten ayrılmıştım, çünkü bir işe yaramıyordum ya da işim bitmişti, bilmiyordum. Yalnızdım, sonrasında çok kötü olaylar yaşamış olsam da bıraktıkları tesir böylesine sıradan olmasına yetmedi. Hayatıma döndüm. Birkaç kez karşılaştık çok sonraları. Ama nedense cesaret edememiştik birbirimize. Kalbim kırıktı. Selamlaşıp sohbet ediyorduk semtimizde. Sonra yine kopuyor, görüşmüyorduk. Bilinçli yapıyorduk sanki bunu… Sonra bir ümidimin yok olduğu bir anda ilk eşimle tanıştım. Bir bahar yağmuru, biraz mantık, biraz sevilme ve yaşam kurma isteği. İnsan gerçeğini kaybedince, kendi gerçeğini zihninde yaratmak istiyor. Ona alışmak istiyor, hatta sevmek istiyor… Öyle bomboştu ki içim, nikahımdan onbeş gün önce karşılaştığım aşkıma, evleniyorum diyemedim...

Evlendim, kavga gürültü, huzursuzluk bir an olsun düşmedi yakamdan, her gün daha kötü olaylar yaşıyordum ve üstelik bir kızım dünyaya gelmişti. Zaman zaman elimde bir resmi bile olmayan günlerimi düşünüyor, daha çok acı çekiyordum. Eşimden ayrılma zamanı gelmişti, bu belki aldığım en zor karardı. Her şeyi bırakıp şehrime hayatıma dönmüştüm. Ayrı yaşamaya başladık. Kendimi kızıma adamıştım. Fakat kader yine kendini yazıyordu. Karşılaşmaya başladık. Artık hayatımdan çıkarttığım ve bir zamanlar çok sevdiğim insanımla karşılaşıyorduk, selamlaşıyorduk. Ama hepsi bu… Ne onun ne de benim cesaretim olamadı. 

Tam cesaretini topladı ki, bu kez ben kaçıp gittim. O da gitti… İki yıl daha geçmişti, ben okumak istediğim üniversitenin birinci sınıfında idim, deli gibi çalışıyor para kazanıyor, hem kızıma hem kendime yetişiyordum. Bir gece işten dönerken onu hastanenin önünde bir kızla gördüm. Ve hayatımın belki de en acı gecesiydi, hayatımdan çıkardığım insan, benimle olmaya cesaret edemezken, başka bir kız ile beraberdi… Ben onlara baktığımda, beni gördü fakat ne diyebilirdik ki. Eve kadar güçlükle yürüyüp saatlerce ağlamak dışında ne olabilirdi…

Bütün hayatımın hezimetlerini üzerime ölü toprağı yapan biri için değmez. O kalbinde tozlanarak unutulacak bir acı, hayata devam etmek lazım diyordum. Ayrı ki evliliğime uzaktan da olsa daha çok değer veriyordum. Böyle bir yıl kadar süre geçirdim, bir iş nedeniyle yurtdışına gittim. Orada çalan bir telefonun kaderimi yine değiştireceğini bilemezdim. Numaramı bulmuştu, beni aramıştı ve ben insanların duymasını istemediğim için kötü konuşamamıştım… Beni arama diyecektim, diyemedim. Döndüğümde görüştük, havalimanından almasını söylemiştim ona. Gelip aldı. İlk söylediği, “ o gördüğün kız benim kız kardeşimdi” oldu fakat ne derse desin, içim kupkuru idi ve ondaki heyecan beni korkutuyordu, bu sırada bu durumdan bağımsız olarak eşimle boşanmaya karar vermiştik. Dava açacaktı, açtı da. Biz de sadece eski günlerimizdeki gibi el ele tutuşmadan, sanki eski iki dost gibi yürüyorduk dışarıda. Ama ona hayır diyemiyordum. Evlenmek gibi bir niyetim yoktu, tek arzum mutluluktu. Kendimi ona bırakana kadar direnmiştim. Fakat zaman hep bizi birbirine bağladı, her şey bizi bağlamak istercesine hızla ilerledi. Şimdi evliyiz ve artık iki kızımız var. Onlarca sıkıntımızın içinde aşkımızı yaşamanın güzelliği bambaşka bir dünya gibi…