I.
Beyaz badanalı duvarlarda
Güneş, kenti çizerdi bir zamanlar
İşçiydim, beklerdim geçişini
Memurların, çöpçülerin
Balkonlarında çiçeklerin
Evlerinde merdivenlerin
Gençliğim geçerdi sokaklardan
Ben seni beklerdim.
Ihlamur vakti koynuma kadar yürürken sesin
Kollarımızda ölüp dirilirdi sonbahar
”Bir gece” dedin, ellerin ki lisan konuşur:
”Çağır ki gidelim
Seninle başlayan zamanın
rahman ve rahim olan adıylan”
Ben seni beklerdim.
-Ondokuzuncu zamanın içinde
Saçlarımdan el çektin, o hezar
Senden evvelce terk etmek için beni
Uzak ülkelere dilekçeler yazdılar
Ve bir sigara gibi yanıp
biten aşklar varsa da yeryüzünde
Diyordum, ondokuz yaz geçer
Ben seni beklerdim…
ÖYKÜSÜ
Bazen aşklar film olur ya, bize
film çeken olsa filmimiz aşk olur…
Ondokuz yaşımın tüm güzelliği ve zerafeti içinde konservatuar okuyordum. Annem
kansere yakalanmıştı, bitmek bilmeyen parasızlık günleri de işte o sıralarda
başladı. Geceleri, yıllardır olduğu gibi müzisyenliğe devam ediyordum fakat
daha çok çalışmam gerekiyordu, kanser pahalı bir hastalıktı ve hem kendim hem
de ailem için ileride çok daha zor günlerin geleceğini düşünüyordum.
Bir benzin istasyonunda pompacı olarak işe başlamıştım. Müzisyenlik yaptığım
mekânlardan gece sabaha karşı eve geliyor, sabah ise hemen işe koşuyordum.
Günlerim; iş, ev, hastane arasında mekik dokumakla geçiyordu. Bu yoğun ve üzücü
günlerin içinde, farkında olmadığım bir güzelliğin olduğunu bilmiyordum.
Bir süre sonra bir çift bakışla karşılaştım. Nasıl oldu anlamadım fakat kim
olduğunu merak ettim. Sanırım bu kaderin ilk işaretiydi. Üzerinde durmasam da,
o bakışın beni izlediğini anlamam, çok uzun sürmedi. Birkaç kez sohbet etmiş
olmamızın çok dışında, apayrı bir yaşanmışlıktı bu.
Ve sonra bir gün gözlerimiz bir an karşılaştı, hani bir insana sımsıkı
sarılırsın da bir yere gidemez ya, işte o misal. Ondan kaçamadım. Fakat bir
dahası olmadı benim için, toparlandım, çünkü olamazdı… Ekmek aşktan üstündür
diyordum, o zamanlar nerden bilirdim ki, her ekmekte emek vardır, aşk vardır.
Aşk olunca emek ekmek olur, ekmek emek olur…
Günler geçti, hiç beklemediğim bir anda gelip kimse yokken, çok ciddi bir ifade
ile “Seninle önemli bir konu konuşmamız gerek.” Dedi. Korkmuştum, yanlış mı
anlamıştım, işimden olur muydum? Bütün bunlar bir gün boyunca dolaşıp dururken
aklımda, işim bitti, hazırlandım ve çıktım. Onu bekledim parkın ilerisindeki
köşe başında. Geldiği an, sanki daha önce hiç yaşamamışım, o olmasa hiç bu
duyguyu yaşayamazdım diye düşünüyordum. Heyecanım geçtiğinde iş yeri hakkında
ve havadan sudan konuşarak yürüyorduk. Bir anda evlenme teklif ettiğinde
dünyada bir insanın yaşayacağı bütün duyguları bir anda ve aniden yaşadım.
Tanımadığım çok kibar ve sevecen olduğu her halinden belli olan üstelik âşık
olduğum bir adam ansızın evlenme teklif ediyor. Kızmalı mıyım, sevinmeli miyim
bilemedim. Ne olursa olsun umurumda değil, elimden tutup götürse sormam dedim
içimden. Fakat annemin kesinlikle istemeyeceği aklımda yoktu. Sadece
hoşlandığımı söylemekle yetindim. Sonraları az olsa da zamanımızı geçirmeye
çalışıyorduk, kesinlikle el ele değildik. İnsanların o çirkin gözleri, sözleri
bir gölge gibiydi çünkü. Zaman geçtikçe büyüyordu aşkımız. Ta ki bir gün annem
anlayana kadar…,
Olmaz diyordu, tahsilinizden, maddiyata kadar bir arada olamayacağınız çok
neden var. Kendine nasıl layık görürsün bu adamı diyerek bağırıyordu. Bir arada
olmamamız için her türden engeli yaratıyor ve hayatı haram ediyordu. Sevdiğim
biliyordu bunu ve bir gün “hemen evlenebiliriz, eğer sen istersen, ben seni
istiyorum.” Dedi. İşlemler için nüfus kâğıdımı vermiştim. Kendimize göre
hazırlık planları yapıyorduk. Nasıl olsa bir gün sevgimizi anlayacaktı annem, çünkü
o da bir kadındı ve anneydi…
Sonra bu güzel ve kaygılı hazırlıklar bir anda bitti… Beni çok sevdiğini
söyleyen arzulayan ömrümü benden isteyen adam kayboldu. Gitti. Konuşmadık bile…
İşten aniden ayrıldı. Yurtdışına gideceği söylendi… Yaşamanın ne olduğunu onun
varlığı ile öğrendiğimi düşünürken bir anda sanki hiç yaşanmamış gibi eski
hayatıma döndüm. İçim onunla böylesine doluyken, onsuz sokaklar caddeler
bomboştu… Benliğim de…
İşten ayrılmıştım, çünkü bir işe yaramıyordum ya da işim bitmişti, bilmiyordum.
Yalnızdım, sonrasında çok kötü olaylar yaşamış olsam da bıraktıkları tesir
böylesine sıradan olmasına yetmedi. Hayatıma döndüm. Birkaç kez karşılaştık çok
sonraları. Ama nedense cesaret edememiştik birbirimize. Kalbim kırıktı.
Selamlaşıp sohbet ediyorduk semtimizde. Sonra yine kopuyor, görüşmüyorduk.
Bilinçli yapıyorduk sanki bunu… Sonra bir ümidimin yok olduğu bir anda ilk
eşimle tanıştım. Bir bahar yağmuru, biraz mantık, biraz sevilme ve yaşam kurma
isteği. İnsan gerçeğini kaybedince, kendi gerçeğini zihninde yaratmak istiyor.
Ona alışmak istiyor, hatta sevmek istiyor… Öyle bomboştu ki içim, nikahımdan
onbeş gün önce karşılaştığım aşkıma, evleniyorum diyemedim...
Evlendim, kavga gürültü, huzursuzluk bir an olsun düşmedi yakamdan, her gün
daha kötü olaylar yaşıyordum ve üstelik bir kızım dünyaya gelmişti. Zaman zaman
elimde bir resmi bile olmayan günlerimi düşünüyor, daha çok acı çekiyordum.
Eşimden ayrılma zamanı gelmişti, bu belki aldığım en zor karardı. Her şeyi
bırakıp şehrime hayatıma dönmüştüm. Ayrı yaşamaya başladık. Kendimi kızıma
adamıştım. Fakat kader yine kendini yazıyordu. Karşılaşmaya başladık. Artık
hayatımdan çıkarttığım ve bir zamanlar çok sevdiğim insanımla karşılaşıyorduk,
selamlaşıyorduk. Ama hepsi bu… Ne onun ne de benim cesaretim olamadı.
Tam cesaretini topladı ki, bu kez ben kaçıp gittim. O da gitti… İki yıl daha
geçmişti, ben okumak istediğim üniversitenin birinci sınıfında idim, deli gibi
çalışıyor para kazanıyor, hem kızıma hem kendime yetişiyordum. Bir gece işten
dönerken onu hastanenin önünde bir kızla gördüm. Ve hayatımın belki de en acı
gecesiydi, hayatımdan çıkardığım insan, benimle olmaya cesaret edemezken, başka
bir kız ile beraberdi… Ben onlara baktığımda, beni gördü fakat ne diyebilirdik
ki. Eve kadar güçlükle yürüyüp saatlerce ağlamak dışında ne olabilirdi…
Bütün hayatımın hezimetlerini üzerime ölü toprağı yapan biri için değmez. O
kalbinde tozlanarak unutulacak bir acı, hayata devam etmek lazım diyordum. Ayrı
ki evliliğime uzaktan da olsa daha çok değer veriyordum. Böyle bir yıl kadar süre geçirdim,
bir iş nedeniyle yurtdışına gittim. Orada çalan bir telefonun kaderimi yine
değiştireceğini bilemezdim. Numaramı bulmuştu, beni aramıştı ve ben insanların
duymasını istemediğim için kötü konuşamamıştım… Beni arama diyecektim,
diyemedim. Döndüğümde görüştük, havalimanından almasını söylemiştim ona. Gelip
aldı. İlk söylediği, “ o gördüğün kız benim kız kardeşimdi” oldu fakat ne derse
desin, içim kupkuru idi ve ondaki heyecan beni korkutuyordu, bu sırada bu
durumdan bağımsız olarak eşimle boşanmaya karar vermiştik. Dava açacaktı, açtı
da. Biz de sadece eski günlerimizdeki gibi el ele tutuşmadan, sanki eski iki
dost gibi yürüyorduk dışarıda. Ama ona hayır diyemiyordum. Evlenmek gibi bir
niyetim yoktu, tek arzum mutluluktu. Kendimi ona bırakana kadar direnmiştim.
Fakat zaman hep bizi birbirine bağladı, her şey bizi bağlamak istercesine hızla
ilerledi. Şimdi evliyiz ve artık iki kızımız var. Onlarca sıkıntımızın içinde
aşkımızı yaşamanın güzelliği bambaşka bir dünya gibi…
