Genel Yayın Yönetmeni : MAKSUT KOTO Editör : ENSAR SARGIN

DİLENCE NEFES - GAZANFER ERYÜKSEL

‘’SELAM OLSUN O SONSUZ AŞKLARA’’  ŞİİR DALI E-DERGİ








I
ne denli derleyip
toplarız ki bir sözcüğü
tenselliğinde yazının…

 II
nice dilde söyleyip
yazsak da o sözcüğü
bir ayrılık yerleşkesidir
yazı… aşk ile kaldığımız

 III
buzdağı olduğunu yazının
ayrımsadığınızda
bir sözcük, bir tümce
birkaç dize belki
karışır sarmalına batıklar tarihinin…

 IV
sis çanı, deniz feneri, yangın
gözetleme kulesi… işte üç şey
sözcüklerle örtüşen… tıpkı
uçurum, uçmak, buzdağı gibi

 V
kendi döl yatağında
mitoz bölünmesi sözcüğün
ne bir ek alır, eklemlenir ne de
bir başkasına… harf pıhtıları
korkusu geçmişin… yazıda bırakıp
gömleğini süzülür geleceğe
tutkuyla… yazıda utkusu dillerin

VI
şiirin yazılması, kendini yazdırması
şiirin… çelik çomak oynayan
çember çeviren çocuğun
ellerinde renkleşen ışık…

 VII
“bir gün noktanın gömüldüğü
yerden, geçsin isterim yolum…”

 VIII
bir ünlem kalsa bizden
çocuk yüzü şaşkınlığın…

IX
gök kapı… yer eşik…

batıp çıktığımız yazıda





                                                (KİBELE YAYINLARI / 2013 )


ÖYKÜSÜ


1975 Sonbaharı… İhtimal Ekim ayı… Liseden sınıf arkadaşım Levent’in ısrarıyla CHP İstanbul Fatih İlçe Başkanlığı’na bağılı Kocamustafapaşa teşkilatında kurulacak gençlik korosunun şefliği için görüşmeye gidiyoruz. Yol sohbetimize yağmur eşlik ediyor.

Parti binasında yapılan görüşmede musiki dışında edebiyat ama özellikle şiirle uğraştığımı söylüyorum.

Partili arkadaşlar bir türkü okumamı istiyorlar. Ezberimde söz yoktur, demem üzerine Nuri kısa bir süre kaybolup geliyor. Elinde türküler ve marşlar adlı bir kitapçık… Yerim dar, yenim dar diyemezsin… Al sana söz…

Bir türkü seçip okuyorum. Hangi türküydü unuttum.

İnce ayar bir seçme sınavımı geçmiş olmalıyım…

“Bir de şiir oku…” dediklerinde yanıtım yine ezberimin olmadığı olunca sert bir karşı duruş görüyorum. Olmaz arkadaş, yarın akşama iki şiirini ezbere okumazsan seni faşistlerden önce biz vururuz!

Şaka da olsa bir tehdit söz konusu…

Ertesi gün iki şiirimi ezberleyip okuyarak canımı kurtarıyorum!

Bu arada koro çalışmaları başlıyor…

Bütün bunların sevgiliye yazılan şiirle ve öyküsüyle ne ilgisi var vb sorularınızı duyar gibiyim.

Gelelim, aşk, meşk ve şiire…

Duvardaki panoya yazdığım bir aşk şiirini asmıştım. Birkaç gün sonra Parti’ye gittiğimde şiirimi panoda göremeyince şaşırdım. Gençlere, “Şiiri kim kaldırdı?” diye sorduğumda şiirimi Başkan Nezih’in kaldırdığını söylediler. Şiirin kaldırılma gerekçesi “aşkın bir küçük burjuva işi olduğu ve şiirimin revizyonist eğilimler taşıdığı” imiş…

“Nezih burada mı?” diye sorunca da odasında olduğunu söylediler.

Nezih, hoş geldin Hoca, diyerek karşıladı. İlk sözüm,  “Panoya asılan şiirimdeki aşk Ahmet’in Ayşe’ye aşkı değil… Devrim aşkı…” olunca Nezih hışımla seslendi, “Kim kaldırdı Hocanın şiirini?” !!!

Uzun sözün kısası… Aşkın olmadığı yerde meşk olmaz, der eskiler… Aşkın ve meşkin olmadığı iklimlerde ne şiire ne de devrime yer vardır. Ol sebepten hep söylerim aşka ve emperyalizme bakış açısı hayatın en önemli turnusol kâğıdıdır. “Aşkı bilmeyen kanatsız kuş gibidir, vah ona…” diyen Mevlana’yı sevgiyle anıyorum.